Anasayfa

22-12-2025
Statükonun konforlu kapanı
Batı Trakya’nın toplumsal dokusunda, dışarıdan bakıldığında hemen fark edilmeyen ama içeride yaşayanların ruhunu her gün ince ince doğrayan bir çürüme var.
22 Aralık 2025 Pazartesi

Batı Trakya’nın toplumsal dokusunda, dışarıdan bakıldığında hemen fark edilmeyen ama içeride yaşayanların ruhunu her gün ince ince doğrayan bir çürüme var.

Bu, sadece siyasi pozisyonların çatışması değil. Aynı mahallede büyüyen, aynı kahvede çay içen, aynı safta duran insanların, zamanla birbirine nasıl yabancılaştığının, hatta nasıl hasım haline getirildiğinin hazin hikayesidir.

Genellikle bu durumu kişilerin karakter zafiyetine, menfaat düşkünlüğüne ya da omurgasızlığına bağlayıp geçeriz. “Süt emmişliği bu kadarmış” deriz, “Kendi insanına sırt çevirdi” deriz. Oysa perdeyi biraz aralayıp insan psikolojisinin derinliklerine indiğimizde, karşımıza kişisel hatalardan çok daha ürkütücü, çok daha sistematik bir “dönüştürme projesi” çıkar.

İnsan zihni üzerine yapılan en karanlık araştırmalar bizi bir gerçekle karşı karşıya bırakıyor. Kötülük ya da ihanet, her zaman kişinin doğuştan getirdiği bir özellik değildir. Çoğu zaman kötülük, sistemin kişiye biçtiği “rol” ile o rolün oynandığı “sahne” arasındaki ilişkide gizlidir. Batı Trakya’da kurulan düzen, tam da böyle bir laboratuvar işlevi görür. Devlet, azınlık bireyine öyle bir kostüm biçer ki, o kostümü giyen kişi, istese de istemese de bir süre sonra kostümün gerektirdiği karaktere bürünür.

Düşünün; dün sizinle aynı dertleri paylaşan, aynı kısıtlamalardan muztarip bir öğretmen, bir din görevlisi ya da bir memur, ertesi gün devletin ona sunduğu imtiyazlı bir koltuğa oturduğunda neden değişir? Bu değişim, basitçe bir kibirle açıklanamaz. Bu, sistemin ona fısıldadığı yeni kimliğin kabulüdür. O koltuk, o kişiye şunu dayatır: “Sen artık onlardan biri değilsin, sen düzeni sağlayansın. Onlar yönetilmesi gereken bir kalabalık, sen ise kuralların bekçisisin.”

Kişi, eline tutuşturulan mührü ve sırtına geçirilen resmi sıfatı benimsedikçe, kendi geçmişine ve toplumuna karşı bir gardiyana dönüşür. Psikolojik olarak bu yükü taşımanın tek yolu, yaptığı işi rasyonalize etmektir. Kendi toplumuna yaptığı baskıyı “disiplin”, onlara sırt çevirmeyi “gerçekçilik”, devletin asimilasyon politikalarına aracılık etmeyi ise “uyum” olarak adlandırmaya başlar.

Bu mekanizmanın en tehlikeli yanı, sürecin bir anda değil, yavaş yavaş işlemesidir. Bu bir “kaygan zemin” tuzağıdır. Hiç kimse bir sabah uyanıp “Bugün toplumuma ihanet edeceğim” demez. Her şey, küçük bir imtiyazı kabul etmekle, “Ben bu makamda olursam belki içeriden bir şeyleri düzeltirim” avuntusuyla başlar. Ancak sistem, yani o “zehirli su”, içine daldırılan her meyveyi kendi kokusuna büründürecek şekilde tasarlanmıştır. Kişi, devletin sunduğu o korunaklı alana, maaş garantisine ve makamındaki yerine alıştıkça, toplumun talepleri ona “aşırı”, “tehlikeli” veya “yersiz” gelmeye başlar. Bir süre sonra, o makamı korumak, o makamın varlık sebebi olan topluma hizmet etmekten daha önemli hale gelir.

Batı Trakya’da şahit olduğumuz bu trajedi, aslında bireylerin değil, çevrenin (durumun) gücüdür. Devlet, azınlık içinde “makbul olan” ve “olmayan” diye yapay bir ayrım yaratır. Makbul olana (sistemin adamına) kapıları açar, diğerlerini ise tecrit eder. Bu düzenek, insanları hayatta kalmak veya yükselmek için ahlaki değerlerinden vazgeçmeye zorlayan bir basınç odası gibidir. Kuşkusuz ortada “kardeşi kardeşe kırdıran” devasa bir mekanizma vardır. Ancak meselelerden biri de o basınç altında ezilmenin dışında, o basınçla karşılaşınca karakterinden vazgeçip sisteme teslim olmayı “akıllılık” sayan o zayıf iradedir.

Toplumun, devletin yörüngesine giren bu kişilere duyduğu öfke haklıdır ama eksiktir. Çünkü o koltukta oturan isimler değişse bile, o koltuğun “işlevi” ve “senaryosu” değişmedikçe sonuç hep aynı olacaktır. Bir aktörü sahneden indirip yerine başkasını koysanız, o zehirli sistem, o kişiyi de zamanla kendine benzetmenin bir yolunu bulacaktır.

Bu döngüyü kırmanın yolu, azınlığı içeriden çürütmek için kurulmuş bu sahneyi bütünüyle reddetmekten geçer. Batı Trakya’nın beklediği, doğru kişilerin o makamlara gelmesi değildir, insanı onursuzlaştıran, onu devletin basit bir dişlisine indirgeyen bu rollerin meşruiyetinin sorgulanmasıdır. Şartlar değişmedikçe ve o koltukların “işlevi” reddedilmedikçe, trajedi sadece oyuncu değiştirerek sahnelenmeye devam edecektir.

Haberler


Mustafa Şentop: “Türkiye’nin kalbi daima Batı Trakya Türk varlığıyla beraber atmaktadır”

Çiftçi eylemleri ülkeyi kilitledi

Çiftçi ayakta, orta sınıf zorda!

Hüseyin Bandak…

Yeni bir yıl, yeni bir muhasebe dönemi

Statükonun konforlu kapanı

Bekir Usta Davalar Grubunun Güncel Seyri

Yunanistan’da yaşayan Türklerin sorunları İzmir’de ele alındı

İTB Gençlik Kolundan örnek dayanışma

19. Ketenlik Gençlik Festivali yönetiminden ziyaretler

Müftü İbrahim Şerif’ten Üç Aylar ve Regaip Kandili mesajı

İTB Kadınlar Kolu kahvaltıda buluştu