Anasayfa
02-08-2023

Ubuntu ve Batı Trakya…
Sosyal medyada okuduğum bir yazıyı uzun süredir sizlerle paylaşmak istiyordum. Kıssadan hisse çıkarılacak türden bir hikaye bu…

“BM askerleri Afrika’da görev yaparken bir köyde mola verirler. Köyün çocukları çok şirin ve meraklıdır. BM kamyonuna binmek isterler. Asker çocuklara bir ağaç gösterir ve o ağacın etrafından dolanıp ilk geleni kamyona bindireceğini söyler.

Bunun üzerine çocukların hepsi el ele tutuşur ve ağacın etrafını beraber dolanıp el ele askerin yanına gelir. Asker çocukların hepsini alır kamyona. Afrika’da bu geleneğe Ubuntu adı verilir.”

Bu hikayenin başka versiyonları da var. Ama hepsinin özü aynı. Temelinde sevgi, şefkat, saygı, paylaşma, birliktelik gibi değerleri barındıran eski bir Afrika anlayışı olan Ubuntu, “Ben, biz olduğumuz zaman benim” sloganı üzerine şekillenen bir hayata bakış açısı.

“Ubuntu anlayışında; insanların birbirine bağlı olması, kişinin menfaatlerinin toplumun menfaatlerine katkı sağlaması ve insanların bencillikten uzak durması beklenir. Bu felsefeye sahip bir kişi başkalarına yardım etmek için her zaman hazırdır. Başkalarının yetenekli ve donanımlı oluşu ile kendisini tehdit altında hissetmez, bilakis bu durum bir bütünün parçası olduğu inancından ötürü kişiyi özgüvene sevk eder. Ubuntu’yu içselleştirmiş bir insan başkaları aşağılandığında ve zulme uğradığında, kendisini de ezilmiş ve zulme uğramış hisseder.”

Ubuntu fikrinin en önemli temsilcilerinden, Nobel Barış Ödülü almış Güney Afrikalı Başpiskopos Desmond Tutu, Ubuntuyu, “Ubuntu’ya inanan bir insan diğerlerine açıktır, diğerlerine olumludur, diğerleri iyi ve yetenekli olduğunda tehdit altında hissetmez, onun daha büyük bir bütünün parçası olduğunu bilmekten gelen bir özgüveni vardır ve diğerleri aşağılandığında, küçük düştüğünde, zulme uğradığında ya da ezildiğinde kendini de aşağılanmış hisseder.” sözleriyle tanımlar.

Bireyselciliğin, bencilliğin, kişisel çıkarların yükselişte olduğu bir dönemde Ubuntu anlayışından bahsetmek belki hayal gibi gelebilir.

Ama toplum olarak var olabilmenin, ayakta kalabilmenin sırrı da burada gizli değil mi?

“Ben” olmanın “biz” olmaktan daha zayıf ve güçsüz olduğunu idrak ettiğimiz zaman gerçek potansiyelimizin de farkına varabiliriz gibime geliyor.

Kapatılan azınlık okullarının sadece söz konusu köylerde yaşayanların değil hepimizin sorunu olduğunu, bugün olmasa bile yarın bizim çocuklarımızı da etkileyebileceğini, azınlık okullarının yaşatılmasının hepimizin sorumluluğu olduğunu görebilmek, bugün ismi kabul edilmeyen bir derneğin verdiği mücadelenin aslında tüm toplumun mücadelesi olduğunun, bunun hepimizin kimliğine yapılan “saldırıya” karşı bir varoluş çabası olduğunun farkına varmak, çarçur edilen vakıf mallarının hepimizin toplumsal mirası olduğunu idrak etmek, kültürel kimliğimizi ayakta tutmanın hepimizin görevi olduğunu kavramak, kısacası “biz” olmayı öğrenmek çok önemli.

Var olan sorunları tek başına göğüslemek yerine, bunların karşısında bir bütün olarak durabilmenin gücünü bir düşünsenize…

Var olan sorunlar karşısında kırılmadan, kan kaybetmeden, birlik ve beraberlik içerisinde hareket edebilmek, bu yolda çaba gösterenleri görmezden gelmek ya da eleştirmek yerine onlarla omuz omuza yürümek ya da onlara destek vermek bize neler kazandırır neler!

“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diye geçiyor ya kafamızdan bazen. İnanın, o yılan er ya da geç mutlaka bir gün size de dokunacaktır.

Boşuna dememişler “Bir elin nesi var? Oysa iki elin sesi var.” diye…

Ahhhh… “Ben” yerine “Biz” demeyi bir öğrenebilsek… Aynı ağacın etrafında el ele, kenetlenerek dönebilmenin bize nasıl bir güç sağlayabileceğini bir kavrayabilsek…

2 Ağustos 2023 Çarşamba 14:39