Anasayfa

01-12-2025
Naim Süleymanoğlu, Asimilasyon Politikaları, Zorunlu Göç ve Bulgaristan Türkleri
Hafta başında Bulgaristan’ın Mestanlı ve Kırcaali şehirlerinde yapılan etkinliklere şahit olduk. Dünyaca ünlü halterci “Cep Herkülü” Naim Süleymanoğlu’nun vefatının yıldönümü nedeniyle yapılan anma töreni ve Naim’in evinin “Anı Evi” olarak açılışı gerçekleştirildi.
1 Aralık 2025 Pazartesi

Hafta başında Bulgaristan’ın Mestanlı ve Kırcaali şehirlerinde yapılan etkinliklere şahit olduk. Dünyaca ünlü halterci “Cep Herkülü” Naim Süleymanoğlu’nun vefatının yıldönümü nedeniyle yapılan anma töreni ve Naim’in evinin “Anı Evi” olarak açılışı gerçekleştirildi.

Bulgaristan’da yaşayan Türklerin asimilasyon ve göçe zorlama politikalarına maruz kaldığı yıllardan, o toplumun sembol isimlerinden birinin evinin müzeye dönüştürüldüğü günlere.

Bir diğer etkinlik ise bölgedeki Türk gençlerinin adresi Arda Kırcaalispor için yapılan belgesel gösterimi. Devamında ise Kırcaali Yeni Cami’nin açılışı töreni.

Tüm bunlar beni yıllar öncesine götürdü. Bulgaristanlı soydaşlarımızın baskı ve zülme maruz kaldığı yıllara. Ve o ümitsizlik yıllarında içlerinden çıkan “küçük devin” sporuyla, kırdığı rekorlarla adeta o baskı ve zülme karşı galip gelme iradesini tüm dünyaya duyurması, ilan etmesi geldi gözlerimin önüne.

1989 yazıydı. Balkanlar’ın üstünde yıllar boyunca biriken kara bulutların nihayet ağır ağır Türkiye sınırlarına doğru çöktüğü, tarihin en acı sayfalarından birinin yazıldığı o sarsıcı mevsim. Bulgaristan’da Türklerin isimleri zorla değiştiriliyor, dilleri susturuluyor, kimlikleri silinmeye çalışılıyor, köylerin üzerine görünmeyen ama hissedilen bir baskı iniyordu. O yıllarda komünist rejimin uyguladığı asimilasyon politikası yalnızca kültürü değil, insanın en derin yerindeki aidiyet duygusunu hedef alıyordu.

İşte tam o günlerde, bir haltercinin kaderi tüm bu baskının ortasında bir anda dünya sahnesine taşındı: NAİM SÜLEYMANOĞLU. Onun 1986’da Bulgaristan’dan kaçışı, aslında tek bir sporcunun özgürlük arayışı değildi. Yıllardır susturulan bir halkın dünya kamuoyuna ulaşan ilk güçlü haykırışıydı. Rejim, yıllarca şampiyonluklarıyla övündüğü o küçük dev adamın kaçışıyla, yıllardır saklamaya çalıştığı zulmün üstünü artık örtemez hale geldi. Naim’in cesareti, sanki karanlık bir tünelde sessizce yol alan Bulgaristan Türkleri için ilk ışık huzmesi olmuştu.

Ve sonra 1989 geldi… O ışık büyüdü, bir ateşe dönüştü ve rejimin yıllardır baskıyla sürdürebildiği o karanlık duvarı çatlattı. Mayıs ayından başlayarak sokaklara dökülen on binlerce Türk, “Biz buradayız!” diye haykırdı. Cevap ise yine baskı, yine şiddet oldu. Ve nihayet bir gün, Todor Jivkov yönetimi çareyi bulduğunu sandı. Kapıları açarak Türkleri zorunlu bir göçe mecbur bıraktı.

Sınır kapısına doğru uzanan yollar, o yaz aylarında adeta bir göç kervanına dönmüştü. Kimi bebek arabalarıyla, kimi traktör römorklarında, kimi elinde eski bir valizle. Yanlarına çoğu zaman yılların emeğini, birikimini değil, yalnızca hayatta kalma umudunu alabilmişlerdi. Arkalarında bıraktıkları evler değil, bir ömürlüktü. Önlerinde gördükleri ise anavatan Türkiye.

İşte o günlerde, Kapıkule Sınır Kapısı yalnızca bir geçiş noktası değil, adeta bir ses köprüsü olmuştu. TRT Radyosu’nun mikrofonları, kapıdan geçen göçmenlerin seslerine açılmıştı. İnsanlar çoluk çocuk koşarak mikrofonlara geliyor, “İyiyiz, hayattayız” diye yakınlarına sesleniyordu. Her birinin sesi titriyordu ama hepsinde aynı kararlılık vardı. Bize tanıdık olan Trakya şivesiyle “Biz yok olmadık, buradayız.”

Ben de o günlerde bir genç olarak, radyonun başında saatlerce o yayınları dinlediğimi hiç unutmam. Sınırdan akan o seslerde, ilk kez bir milletin gerçek acısına bu kadar yakından tanıklık ettiğimi hissetmiştim. Bir kadın çocuğunu kucağına alıp “Annem, ben geldim. Endişe etme, iyiyiz…” dediğinde boğazım düğümlenmişti. Radyonun cızırtılı sesi bile o günlerde bana bir ana haber bülteninden çok, bir milletin kalbinin atışı gibi gelmişti.

Bu insanların dramı, işte aynen Naim Süleymanoğlu’nun yıllar önce dünyaya göstermek istediği hakikatin ta kendisiydi. O, halteri kaldırırken sadece ağırlık kaldırmamıştı. Sessiz bırakılmak istenen bir topluluğun acısını, gururunu ve haklılığını da milyonların gözleri önüne taşımıştı. Bu nedenle Naim’in kaçışı, 1989 göçü yaşandığında sanki çoktan yazılmış bir önsöz gibiydi.

Bugün geriye dönüp baktığımızda, 1989 Bulgaristan Türklerinin göçü yalnızca bir sınır geçişi değil; bir milletin kimliğini koruma mücadelesinin doruk noktasıydı. Ve bu mücadelenin dünya tarafından duyulmasında, Naim Süleymanoğlu’nun cesaretle attığı o adımın ne kadar büyük bir etkisi olduğunu görmemek mümkün değildir. Bir sporcunun sessiz başkaldırısı, bir halkın sesi olmuştu.

Belki yıllar geçti, rejimler yıkıldı ama o yazın bıraktığı iz hala dipdiri. Çünkü o dönemde yaşananlar yalnızca tarih kitaplarında değil, o dönemi yaşayanların kalplerinde de yazılı. Ve bir halkın çektiği acıyı dünyaya duyurmakta önemli katkısı olan o küçük dev adam, Naim Süleymanoğlu, bu hikayenin en güçlü sembollerinden biri olarak her zaman yaşayacaktır.



Haberler


Meriç’teki soydaşlar Mevsimler Kurbanı’nda buluştu

Gümülcineli Mimar Neslihan Şaban’ın ekibi mimarlık yarışmasında ödül kazandı

Üretici alarm veriyor

Naim Süleymanoğlu, Asimilasyon Politikaları, Zorunlu Göç ve Bulgaristan Türkleri

Ülfet; uzlaşma ve kaynaşma kültürü

Batı Trakya Türk Azınlığının iç ve dış sınavı

Gümülcine Belediyesi ’Sürdürülebilir Hareketlilik Projesi’nin final toplantısına katıldı

Yunanistan barınma maliyetinde Avrupa birincisi

Bahçeköy (Kipi) Sınır Kapısında çiftçilerden yeni eylem hazırlığı

Çiftçi eylemleri otoyolları kapattı

Sofia Mihaliçudi Rodop Barosunun yeni başkanı seçildi

Rodop ilinde çiftçiler eylem kararı aldı