Anasayfa
<
01-10-2018

Anlayabilmek...
Yıllar önce ebeveyn ve çocuk iletişimi üzerine yazılmış bir kitapta “çocuğun duygularına karşılık vermek” üzerine okuduklarım, sadece anne - baba - çocuk üçgeninde değil, insan ilişkilerine bakış açımda da önemli değişikliklere neden olmuştu.

Karşımdaki insanın, çocuk - yetişkin farketmez, duygularını anlamanın, ama sadece anlamanın ne kadar önemli olduğunun farkına varmıştım.

Üzgün, sinirli olma gibi duygu yükünün ağır olduğu anlar, bence bireylerle ilişki kurmanın, onlara erişebilmenin en zor olduğu anlardır. İnsanın duygusal açıdan yoğun olduğu zamanlarda ise en çok rahatsız eden nasihatlar vermek, üzülmemesi, boşvermesi yönünde tavsiyelerde bulunmaktır.

“Seni anlıyorum” demek kadar iletişimi kolaylaştıran bir şey yoktur. En basit örnekle; bir konuda çok üzülmüş bir insana, “boşver üzülme”, “değmez” türünden şeyler söylemek inanın ki var olan ne acıyı, ne de üzüntüyü azaltır. Tam tersine onun daha fazla sinirlenmesine ve hırçınlaşmasına sebep olabilir.

Ama karşınızdaki kişinin duygularını anlamaya çalışmak, onunla hemfikir olmasanız bile hissettiklerine saygılı olmak iletişim kurabilmenin temel koşullarından biridir.

Bunu hayatın her evresine uygulayabilirsiniz. Ebeveyn – çocuk ilişkisinden tutun da, karı – koca ilişkisi, arkadaşlık ilişkisi, komşuluk ilişkisi…. Daha da ötelere gidecek olursak, çoğunluk – azınlık ilişkisi, devlet – vatandaş ilişkisi…

Zannediyorum ki, özellikle devlet – azınlık ilişkisinde bu konuda ciddi bir eksiklik söz konusu.

Devlet, azınlığın isteklerini dikkate almıyor, dinlemiyor, anlamıyor diyoruz ya… İşte tam da bundan bahsediyorum.

Azınlık, “Eğitimde ciddi sorunlar var” diyor… Devlet, “Senin bu konudaki sıkıntılarını anlıyorum” demeye yanaşmıyor. Anlamaz, görmez bir tutum içine giriyor.

Azınlık, “Kitaplar çocuklar için yetersiz” diyor, çoğunluktan bazı hemşehrilerimiz, “Üniversiteye kontenjanla giriyorsunuz ya daha ne istiyorsunuz” diye karşılık verebiliyor. Azınlığın yıllarca mahrum bırakıldığı haklarını gaspetmenin suçlularını arayan, bu hak ihlalinin nedenini, niçinini sorgulayan, hesabını soran yok.

Azınlık hep kötü çocuk olarak gösteriliyor. En tepedeki yöneticiden tutun da, şehrinizde yayınlanan gazeteye kadar herkes azınlığın isteklerini yargılıyor.

İnsanca yaşama hakkı için ortaya koyulan söylemlerin, bu söylemleri dile getirenlerin damgalandığı, tu kaka ilan edildiği bir toplumda sağlıklı diyalogdan söz etmek mümkün olabilir mi?

Azınlığı, azınlığın isteklerini anlayan yok, anlamaya çalışan yok. Anlamak, anlamaya çalışmak, hele hele çözüm yolları sunmak zaman zaman “vatan hainliği” ile bile özdeşleştirilebiliyor.

Tek taraflı ve siyasi nedenlere dayandırılarak oluşturulan devlet – vatandaş ilişkisinde güveni sağlamak ne yazık ki mümkün değil.

Güvenin olmadığı yerde ise ne iletişim, ne saygı ne de sevgiden bahsetmek mümkün olabilir.

1 Ekim 2018 Pazartesi 13:15