Anasayfa
<
23-05-2016

Cumhurbaşkanı Pavlopulos ve azınlık…
Bu yılki 14 Mayıs kutlamalarının onur konuğu Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos oldu. Pavlopulos, Gümülcine’deki 14 Mayıs törenlerine katıldı ve bölgede yaptığı ziyaretler çerçevesinde devletin başı sıfatıyla mesajlar verdi. Bu mesajlar içerisinde en ilgi çekici olanlar, azınlıkla ve Türkiye’yle ilgili yaptığı açıklamalar oldu.

Ülkemiz yöneticilerinin Yunanistan’da etnik azınlık olmadığı iddiasına alışığız. Bu tezi savunurken, Lozan Antlaşması’nın etnik değil, dini azınlıklardan söz ettiği hep öne çıkarılır. Ancak Cumhurbaşkanı Pavlopulos, bu kez bir ilke imza attı. Lozan Antlaşması’na göre Batı Trakya’daki azınlığın dini, İstanbul’daki azınlığı ise etnik azınlık olduğunu iddia etti.

Evet, Lozan Antlaşması’nda kullanılan terminoloji azınlıkları dinlerine göre tanımlıyor. Lozan’ın “Azınlıkların Korunması”na ilişkin III. kesiminde yer alan 37-44. maddeler Türkiye’nin “gayrimüslim” azınlıklara karşı sorumluluklarını tanımlarken, 45. madde de Yunanistan’ın müslüman azınlığa aynı hakları tanımasını öngörüyor.

Pavlopulos iki ülkedeki azınlıklarla ilgili, Lozan Antlaşması’nda dayanağı olmayan bu tezi ortaya atarken, “Bu fark iyi bir şekilde anlaşılmalı ve buna herkes saygı göstermelidir. Biz buna saygıyı gösteriyoruz” sözleriyle de adeta meydan okuyor.

Devletin en üst temsilcisinin Lozan gibi uluslararası bir antlaşmada yer alan hükümler konusunda dersini iyi çalışmamış olacağını düşünemiyorum. Herkesin rahatlıkla ulaşabileceği bir antlaşmada yer alan hükümlerle ilgili bile bile çarpıtılmış bilgi vereceğini ise asla aklımdan geçirmiyorum. Ama devlet temsilcilerinin gerçekleri kamuoyuna doğru bir şekilde aktarması asli görevleri. Aksi takdirde kamuoyu yanıltılmış ve yönlendirilmiş olurlar.

Yunanistan’ın kendi sınırları içerisinde yaşayan etnik azınlıkları reddeden politikası, diasporada yaşayan Yunan kökenliler için izlediği politikayla örtüşmüyor. Arnavutluk’taki Yunan azınlık, İstanbul’daki Rumlar bunun en güzel örneği. Ancak sıra kendi bahçesine gelince durum değişiyor. Yunanistan’ın bu konuda demokratik davranması, hoşgörü göstermesi alışılagelmiş bir durum değil. Öyle ki uluslararası hukuka saygı çağrıları bile durum kendisi için söz konusu ise geçerli olmuyor. İskeçe Türk Birliği, Rodop İli Türk Kadınları Kültür Derneği, Evros Azınlık Gençleri Derneği’yle ilgili 2008 yılında AİHM’nin Yunanistan aleyhinde aldığı kararlara meydan okuyor, uygulamamakta diretiyor.

Lozan Barış Antlaşması, müslüman ve müslüman olmayanlardan bahsederken, bu antlaşmadan kısa bir süre önce, 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan “Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol” Türk ve Yunanlılardan söz ediyor. Mübadele dışı kalan Türk ve Yunanlılar ise “etabli” yani yerleşik kabul edilerek yüzyılın büyük göçünün dışında tutuluyorlar.

Lozan konferansı sırasında Türk heyetinin sunduğu rakamlara göre Batı Trakya’da Türklerin sayısı 129.120, Rumlar da 33.910 kişiden oluşuyordu. Venizelos’un Müttefik Devletlere sunduğu rakamlar da aslında pek farklı değil. Türkler 114.810, Rumlar da 44.686. Batı Trakya’da toprakların yüzde 84’ü de o dönem Türklere ait idi.

Batı Trakya’daki azınlığın nüfusunun arttığını savunan Pavlopulos’un, dış göçlere, Yunan Vatandaşlık Yasası’nın ırkçı 19. Maddesiyle vatandaşlığı yitiren 60 bin kişiye rağmen,

Batı Trakya’nın o günden bu güne neden nüfusunun artmadığına açıklama getirmesi gerekiyor. Ama Batı Trakya’daki nüfus artışı, İstanbul’daki Rumların sayısındaki azalmayla ilişkilendiriliyorsa, onun da çok net sosyolojik, ekonomik nedenleri olduğunu sayın Cumhurbaşkanı biliyordur. İstanbul gibi bir metropolitte yaşayan burjuva sınıfı Rumlar, ekonomik gücü bir avuç toprağına ektiği ürünle sınırlı olan, eğitim imkanı olmayan, ilk irfan ocağına 1952 yılında ancak kavuşan Batı Trakyalı Türkler. Durumlar kendileri için zorlaşınca bir tarafta toprağından kopamayan, diğer tarafta da daha güvenli bir yere gitmeyi tercih eden iki farklı azınlık yapısından bahsediyoruz.

Pavlopulos, azınlık milletvekillerinin Anayasaya ve Yunan hukuk sistemine saygılı olması gerektiğinin de altını çiziyor. Tarih, azınlığın meclisteki temsilcilerinin bu konuda gayet dikkatli olduklarını ve hassas davrandıklarını gösteriyor. Ancak siyasi partilerin, iktidarların azınlık temsilcilerine aynı hassasiyetle yaklaştığını söylemek doğru olur mu bilmem. Son seçimlerde SİRİZA’ya azınlığın verdiği destekle, iktidar partisi ülke genelinde rekor kırdı. Rekor seviyedeki böylesi destekleri, kabinede verilecek bir bakanlık, en azından bakan yardımcılığı ile taçlandırmak gerekmiyor mu? Bu durumda azınlığın temsilcilerine haksızlık yapılmış olmuyor mu? Aynı durum, 20 yılı aşkın süre iktidarda kalan PASOK partisi için de geçerli.

“Bizler, farklı dine sahip olan Yunan vatandaşlarının haklarına olan saygımızdan dolayı gurur duyuyoruz.” diyor cumhurbaşkanımız.

Doğru olanın azınlık insanının, ülkesiyle, ülke yöneticileriyle gurur duyması değil mi? Keşke azınlık okulları kapatılmasa, azınlık eğitim sistemi çökertilmese, dini liderlerimiz tanınsa, vakıf mallarımızın yönetimi bize iade edilse, örgütlenme özgürlüğümüz olsa, devletin her kademesinde eşit olduğumuzu hissedebilsek, devlet memuru olabilsek, etnik tehlike olarak görülmesek. Sesi dinlenilmeyen, isteklerine kulak verilmeyen, ötekileştirilen bir azınlık olmak yerine, keşke ülkesiyle, ülke yöneticileriyle gurur duyan bir azınlık olabilsek.

Bakın, Müslüman olmayan Londra Müslüman belediye başkanı seçti. Gerçek hoşgörü işte budur…

23 Mayıs 2016 Pazartesi 13:35