Anasayfa
<
08-06-2016

“Bana kaderimin bir oyunu mu bu?”
İnsanın hayatında öyle anlar vardır ki, ağlanacak haline gülmek gelir içinden. Kendini anlatamadığın, hatta anlatmaktan vazgeçtiğin anlar olur.

Geçenlerde bir tanıdığımın facebook’ta yaptığı bir paylaşım da böyle bir ruh halinin ürünüydü. İstanbul’da yaşayıp, ne olduğunu anlatma çabasından yorulmaktı paylaşımın özeti. Kim olduğunu anlatmaya, Yunanistan’da yaşayan Türklerin varlığını izah etmeye bazen insanın gücü yetmez. Karşı tarafı “cahilliği” ile başbaşa bırakmayı tercih edersin.

Öğrencilik yıllarımızda, ya da Türkiye’ye yaptığımız ziyaretler sırasında hepimizin başına benzer olaylar gelmiştir. “Annen, babam Türk mü?” , “Evde Türkçe mi konuşuyorsunuz?”, “Camiye gidiyor musunuz?” türünden sorularla hayatımızın bir evresinde mutlaka muhattap olmuşuzdur.
Gerçi, Yunanistan’da yaşayan Türklerin varlığından haberi olmayan çok az artık. Türkiye kamuoyu, özellikle son yıllarda Yunanistan Türklerini tanıyor ve sorunlarını kenarından köşesinden biliyor.

İşin trajikomik yanı ise, biz Batı Trakya Türkleri’nin kendini tanıtmak, anlatmanın kaderi haline dönüşmesi.

Öte yandan, şu hepimizin dert yandığı pasaport isimlerimiz var ya. Hani şu kendimizle yabancılaştığımız, bazen bizi çağırırlarken, bize seslenirlerken dönüp bakmadığımız isimlerimiz.

Malum, hepsinin kendine has bir deformasyonu var. Benim de kulağıma üflenen ismim ile, pasaporttaki ismim arasında dağlar kadar fark var. Hülya, Yunanca’da “ü” harfinin olmaması nedeniyle ilk değişimine, doğumumun sonraki günü belediyede aile kütüğüne kayıt yapılırken uğramış. Pasaporta intikal eden ismim ise “Choulgia” olarak aslından bir hayli uzaklaşmış.

Bu ismim var ya… Türkiye’de bulunduğum süre içinde hep başıma bela oluyor. Her gittiğim yerde ismimi okumakta, söylemekte zorluk çıkan bir dizi insanla karşılaşıyorum. “Onun okunuşu aslında Hülya” diyorum, ama karşımdakinin bana “şüpheyle” baktığını anlayınca, Lozan Antlaşması’na kadar varmasam da bir azınlık ve Türklük tarihçesine giriş yapmak zorunda kalıyorum. Her defasında Gümülcine belediyesinden başlayan ve pasaport dairesinde sona eren, Türk isimlerinin nasıl bir değişikliğe uğradığına ilişkin neredeyse bir sunum yapıyorum.

“Adınız ne?” sorusuna “Hülya” diye verebilecek yalın bir cevabım asla olmuyor. Yunanistan, Batı Trakya, Türk azınlık... Standart bir anlatıma bağlamış durumdayım anlayacağınız konuyu.

Daha geçen gün bir kurumda ismimi okumaya çalışan ve “Hi” diyerek İngilizce selam veren birine “Merhaba” deyince, “Aaa siz türkçe biliyorsunuz” cevabıyla karşılaştım. Yine aynı şeyleri anlattım. Bir yetkiliden diğerine iletilen dosyamda, adımın Hülya okunduğu da aradakiler aracılığıyla bir diğerine aktarılıyordu.

“Aman Allah’ım ne kadar yorucu. Adım Hülya, yabancı değilim, en az sizin kadar ben de Türküm” diye haykırasım var.

Bak sen şu dünyanın işine. Benim de kaderimde hep kendimi, orijinimi, ne olduğumu anlatmak var. Allah’tan Türkiye’de yorulsam da neticede kendimi anlatabiliyorum. Neticeye bakınca, verdiğim zahmete değiyor.
Ama şu doğduğum, büyüdüğüm ülkemde ne kadar yorulsam da, kendimi parçalasam da ne olduğumu, kim olduğumu anlatamıyorum.

Aslında kendime haksızlık etmemem gerek. Anlatıyorum da kimsenin anlayası yok. Konuştuğum dile “Müslümanca” diyecek kadar ileri gidenler var. Her kademede, özel ve resmi hayatta, etnik kimliğimle kabul görmüyorum, tanınmıyorum. Devletimin başı, gelmiş geçmiş hükümetler, siyasi partiler, tüm resmi kurumlar karşısında ben etnik kimliğimle yokum. “Elen Müslümanlar”, “Müslüman azınlık”, “Elen Azınlık”… Bana, bize biçilen isimleri daha çoğaltmak mümkün.

Kime sorarsan, kendi kendimi tanımlama hakkım var. Ama gel gelelim, iki kişi bir araya gelsek “Biz türküz” diyemiyoruz. Ne Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, ne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ne AGİT, ne Birleşmiş Milletler…. Hiçbir şey para etmiyor.

Ne diyelim… Kendimizi anlatmaya çalışmak bizim kaderimiz olsa gerek.

Bir şarkı dökülüyor dudaklarımdan… “Bana kaderimin bir oyunu mu bu?”

8 Haziran 2016 Çarşamba 13:01