Anasayfa
<
07-11-2016

Gözünü sevdiğim ülkem...
Şu gözünü sevdiğim ülkemi, şu memleketimin yöneticilerini anlamam mümkün değil.

Avrupa Birliği kriterleri diyorlar; uygulamayanları ölümüne kınıyorlar… Ama kendileri uygulamıyorlar.
Lozan Antlaşması’yla ilgili bir eleştiri gelince hop oturup hop kalkıyorlar… Ama kendileri ihlal ediyorlar…

Yunanistan sınırları dışındaki Yunan azınlıklara sahip çıkıyorlar. Ama kendi sınırları içerisinde etnik azınlığın varlığını kabul etmiyorlar.
Son olarak Arnavutluk’un Himara şehrinde yaşananlarla ilgili olarak Dişişleri Bakanlığı’nın tavrını ele alalım. Olay, bölgede yaşayan Rum azınlık mensuplarına ait 19 evin yıkılması kararıyla ve evlerin boşaltılmasıyla ilgili mülk sahiplerine sadece beş günlük süre verilmesiyle ilgili.
Dışişleri Bakanlığı son gelişmeler üzerine, Arnavutluk’un Avrupa Birliği üyeliğinin azınlık haklarına saygılı olmasına bağlı olduğu uyarısında bulundu. Yıkım kararının iptal edilmesini istedi, mülk sahipleriyle somut diyalog çağrısı yaptı.

Çok güzel... Tabii ki böyle bir gelişme karşısında yapılması gereken en doğal şey ilgili kişilerle görüşüp konuşmak.
Peki diyalogdan yana olan ülkemiz yöneticileri, bizimle diyalog yerine neden monoloğu seçiyorlar; işte bunu anlamak mümkün değil.
Yıkımlara karşı olan aynı kişiler, bir azınlık derneğinde yapılan tadilata ise tahammül bile edemiyorlar.

Arnavutluk’ta, hatta Yunanistan’da hakim olan ifadesiyle, “Kuzey Epir”deki Rumlardan bahseden Atina hükümetleri, sıra Yunanistan’daki azınlıklara gelince, haşa kabul etmiyorlar varlıklarını. Ne Türk, ne de Makedon azınlıktan bahsetmek mümkün. Bu azınlıklara sahip çıkan yaklaşımlar da “ülke bütünlüğü için tehdit.”
Durum, İstanbul’daki Rum azınlığı için de aynı. “Lozan Antlaşması Müslümanlardan bahsediyor” diyen Atina, İstanbul Rumları için ise “Gayrimüslim” ifadesini asla kullanmıyor. Bu azınlığın etnik kimliğini ön plana çıkarıyor.

Paradokslar ülkesi Yunanistan... “Çuvaldızı kendine, iğneyi başkasına batırmak” şöyle dursun, “etnik konular” mevzubahis olunca, deyim yerindeyse çuvaldızı sonuna kadar karşı tarafa batırır.

Devlet yapılanmasında hakim olan bu anlayış doğal olarak tüm birimlere, tüm kurumlara, hatta sıradan insanlara da sirayet ediyor.

“Öteki”ne saygı, hoşgörü anlamında böylece ciddi sıkıntılar yaşanıyor.
Yılan hikayesine dönen Atina’da inşa edilmesi planlanan cami bunun güzel bir kanıtı. Siyasi iradenin bu konuda ne kadar sancılı bir süreçten geçtiğine hepimiz tanık olduk. Durum böyle olunca, toplumun ve toplumun önemli kesimlerinin böyle bir kararı benimsemede ne kadar çiğ davrandıklarını görüyoruz.
Atina’da cami yapılma kararı meclisten de geçti. Ama cami yapılamıyor. Cami için Votanikos semtinde tahsis edilen hangar, bir avuç aşırı milliyetçinin “koruması” altında. Hükümet, partiler tepki gösteriyor, ama işgal eylemi yapan bir avuç aşırı görüşlü insan oradan uzaklaştırılamıyor.

Demokrasi diyeceksiniz. Olabilir... Peki orayı cami inşaatının biran önce başlamasını isteyen bir grup Müslüman işgal etseydi, yine aynı şey mi olacaktı bilemem?

Başpiskopos İeronimos’un cami konusunda ortaya koyduğu son tutum ise iç karartıcı. Din adamı kucaklayıcı olur. İnsanları ayrım gözetmeksizin korur, kollar. Herkes aynı Tanrı’nın çocuklarıdır.

Başpiskopos İeronimos’un, “Acele etmemeliyiz. Camiyi kimlere yapacağız? Bu insanlar ne yapacak? İbadet mi, yoksa camiler cihatçılık ve köktendincilik okulu mu olacak? Tüm bunları kim kontrol edecek. Ülkedeki Müslümanların durumu açıklığa kavuşuncaya kadar ertelenebilir. Burada kalacaklarsa hakları var. Ancak, geçici iseler ne gerek var. Hiçbir şey yapmayacağız.” açıklamaları ürkütücü.
Ah gözünü sevdiğim memleketim. Canım ülkem… Gözlerim büyüyor şaşkınlıktan. Yüreğim sıkışıyor olup bitenlerden. Gördüklerim, duyduklarım mantığıma sığmıyor. Sonra şaşıyorum kendime… Hala ülkemde olup bitenlere nasıl şaşırıyorum diye?..


7 Kasım 2016 Pazartesi 15:07