Anasayfa
<
14-10-2018

Avrupa ve aşırı sağın yükselişi
Demokrasi ve insan hakları açısından örnek teşkil eden Avrupa’da son yıllarda sancılı bir süreç yaşanıyor. Kemer sıkma politikaları, ekonomik pastada pay sahibi olmaya çalışan mülteci akınları, Avrupa’da sağın yükselişini de beraberinde getirdi.

Orta sınıfın çökmesiyle başkasına yönelik nefret de arttı. Bu nefretin odak noktasını ise bu kez göçmenler ve İslam oluşturdu.

11 Eylül 2001’de New York’taki ikiz kuleleri hedef alan terör saldırısıyla birlikte İslamofobik yaklaşımlar Amerika’da olduğu kadar Avrupa’da da zemin buldu. 1999’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla son bulan Doğu – Batı Bloğu’nun yerini bu kez İslam karşıtlığı aldı.

Özellikle Suriye’deki savaşla birlikte Doğu’dan Batı’ya yönelik göç Avrupa’nın İslamofobik yaklaşımını, çoğu Müslüman olan göçmenlerin Avrupa’da yeni bir hayat arayışı içinde olmaları yabancı düşmanlığını arttırdı.

Aslında Avrupa 1930’lı yıllarda da benzer bir süreçten geçti. Tarihe “Kara Perşembe” olarak geçen ve tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik buhran, Hitler’in başını çektiği Nasyonal Sosyalist Partisi’nin yükselişini de beraberinde getirdi. Hitler’in yanı sıra Musolini’yi, Franco’yu yaşayan Avrupa’da aşırı sağ, bu kez hedefi değişse de, yine gün yüzüne çıkıyor.

Avrupa, deyim yerindeyse göçmen sorunu konusunda ikiye bölünmüş durumda. Bir tarafta göçmen karşıtlığıyla bilinen Vişegrad grubu yer alıyor. Eski Doğu Bloku ülkelerinin çoğunluğu oluşturduğu bu gruba İtalya ve Avusturya da monte olmuş durumda. Diğer yanda ise Almanya, Fransa ve İspanya gibi Batı ülkeleri bu soruna daha ılımlı çözüm bulmaya çalışıyor.

Yani Avrupa’da bir tarafta dayanışma, demokrasi ve hoşgörü hakim olmaya devam ederken, diğer tarafta Avrupa’yı “öteki”nden arındırılmış bir kale olarak görmek isteyen taraf yer alıyor. Üstelik bu görüşü savunan kesimin gittikçe güç kazanması endişeleri arttırıyor.

Ülkemizde de durum pek farklı değil. Ekonomik kriz sonucu orta sınıfın yıkılması, tükenen umutlar ve güvensizlik ortamı ne yazık ki Altın Şafak’ın işine yaradı. Mecliste yer alması hayal ötesi olan bir parti, parlamentoya üçüncü parti olarak girebildi.

İtalya’da aşırı sağ partilere oy verme oranı 2008 yılında yüzde 8 iken, 2018 yılında bu oran yüzde 50’yi buldu. Fransa’da bu oran yüzde 13’ten yüzde 27’ye, Almanya’da yüzde 10’dan yüzde 21, Macaristan’da yüzde 43’den yüzde 65’e çıktı.

Ülkemizde de yüzde 17’den yüzde 54’e ulaştı.

Dolayısıyla, 2008 ekonomik krizinin sebep olduğu ekonomik kayıplar ve güvensizlik, 2015 yılında Avrupa’nın karşı karşıya kaldığı göçmen krizi, aşırı sağ partilerin yükselmesine ve aynı zamanda koalisyonlarda yer almasına uygun zemin hazırladı.

Nitekim krizden hemen sonra, 2009 yılında yüzde 0,9’luk oy oranı bulunan Altın Şafak, 2015’e gelindiğinde yüzde 7’leri gördü.

Avrupa, aşırı sağın yükselişinin bedellerini zamanında fazlasıyla ödedi. Büyük can kayıpları, büyük maddi kayıplar üzerine yeni bir Avrupa inşa edildi.

Avrupa’nın varlığını sürdürmesi için daha sosyal ve daha demokrat olmaktan başka çaresi yok.

14 Ekim 2018 Pazar 21:19