Anasayfa
<
27-03-2019

Pozitif gündem…
21 Mart, Uluslararası Irk Ayrımı ile Mücadele Günü’ydü. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu 1966 yılında aldığı kararla, tüm dünya ülkelerinin ırk ayrımcılığının önlenmesi için mutlak çaba göstermesi gerekliliğinden hareketle, 21 Mart’ı Uluslararası Irk Ayrımı ile Mücadele Günü ilan etti.

Her yıl farklı bir tema ile kutlanan 21 Mart Uluslararası Irk Ayrımı ile Mücadele Günü’nün bu yılki teması ise “Yükselen milliyetçi popülizm ve aşırı üstünlükçü ideolojilere karşı koyma ve azaltma” oldu. BM bu temayı belirlerken de, tüm insanların özgür ve eşit doğduğunu hatırlatarak, herhangi bir ırkın diğerine üstün olamayacağının altını çizdi.

Evet, BM 21 Mart’ı ırk ayrımcılığı ile mücadeleye ayırırken, tüm üye ülkelerin ırkçılığa karşı mücadele vermesini amaçladı. Ancak geçen onca zamana rağmen, dünya ne yazık ki bu konuda ilerlemek yerine yerinde saymaya devam ediyor. Hatta, aşırı sağ, popülist ve milliyetçi söylemler, hoşgörüsüzlük kontrol altına alınmak yerine yükseliyor ve tehlikeli boyutlara ulaşabiliyor.

Ayrımcılığa, farklıya tahammülsüzlüğe, ötekine saygısızlığa ne yazık ki her gün yüzlerce örnekle tanık oluyoruz. Çocuklar arasındaki oyunlardan, yetişkinler arasındaki ilişkilere, gündelik hayattan iş ve eğitim hayatına kadar her alana yayılan ayrımcılık ve ötekileştirmeden, dışlamadan bahsediyorum.

Örneğin, bizler toplum olarak bu tür ayrımcılıklara çok sık maruz kalabiliyoruz. Dönem dönem linç politikalarıyla bile karşılaşabiliyoruz. Hakim kültür içerisinde gelenek, görenek, kültür, dil ve dindeki farklılıklarımızın önümüze zenginlik değil, ayrıştırıcı bir unsur olarak çıkmasını bizzat yaşıyoruz.

Tabii bu durumun asıl sorumluları, bu ülkeyi yönetenler. Devlet ve hükümetlerin farklıya karşı olan tutumu, kamuoyunun da bu kesimler karşısındaki tutumunda belirleyici oluyor.

Önce devlet yapısının farklılıkları zenginlik olarak algılaması, bunların dışlanmak yerine korunması gerektiğini anlatması gerekiyor. Vatandaşlarına dil, din, kültüründen bağımsız olarak eşit olduğu güvencesini vermesi, bunu uygulaması, hayata geçirebilmesi, bir anne - baba şefkatiyle her vatandaşını kucaklaması, sarıp sarmalaması lazım.

Peki biz azınlık olarak böyle bir şefkat görüyor muyuz? Ne yazık ki hayır. Devlet politikasının azınlığımıza yönelik tutum ve uygulamaları, doğal olarak günlük hayattaki insan ilişkilerini de olumsuz etkiliyor.

Durum, ülkede yaşayan Makedon azınlık için de farklı değil. Etnik varlığının inkarı, devletin, siyasi partilerin, basının bu etnik kimliği ifade edenlere karşı tutumu, o insanları kamuoyu önünde “düşman”a dönüştürüyor.

Gerek Türk, gerekse Makedon bir bireyin etnik kimliğini açıklaması, bunu ifade etmesi “milli tehdit” olarak algılanıyor ve bu şekilde kamuoyuna aktarılıyorsa, orada eşitlikten, hoşgörüden, farklıya saygıdan bahsetmek mümkün değil.

Yaratılan sanal düşmanlar, ülke bütünlüğünü hedef alan sözde senaryolar, o ülkenin demokrasi sicili için ne yazık ki kara bir lekedir. Bu da ne yazık ki gözden kaçırılıyor.

Aslında ayrımcılığın değil de birlikte yaşamanın, hoşgörüsüzlük değil de farklıya saygının hakim kılınması, bir ülke vatandaşlarının tümünün huzur içinde yaşaması anlamına geliyor.

Milliyetçi popülizmin, aşırı sağın yükselişinin, insanlık tarihinde hiçbir hayırlı örneği olmamıştır.

Bu yüzden bir ülkenin mutluluğunun reçetesini bu tür aşırılıklarda aramamak gerekir.

Barış ve huzurun tek bir reçetesi vardır, o da negatif gündemler yaratmak yerine, pozitif gündemler oluşturmak. Düşmanlık tohumları yerine dostluk tohumlarına prim vermek, şer yerine hayrı seçmekten geçer gerçek mutluluk.

27 Mart 2019 Çarşamba 13:48