Anasayfa
28-03-2016
Hayatın dengesi ümit ve korkudur
İnsan için bu hayat, gerçekte ümit ve korkuyla dolu bir imtihan yeridir. Bu imtihanda başarı, korku ve ümidin tatlı ahengi içinde yaşayabilmektir. Çünkü fazla korkudan ümitsizlik, korkusuz ümitten de gaflet doğar.

Mümin, Rabbinin büyüklüğünü ve azabının çetinliğini bilerek O'ndan korkar. Yani Allah'tan en çok korkan, O'nu en çok bilendir. Bu sebeple Rasul-i Ekrem (s.a.s.), "Ben, içinizde Allah'tan en çok korkanınızım." (Buhari) buyurmuyor mu? Fatır Suresi'nin 28'inci ayeti de işte bu manaya işaret ediyor: "Kulları içinde Allah'tan ancak Alimler korkar."

Görülüyor ki, ilahî bilgi arttıkça kalbe düşen korku da çoğalıyor. Fakat ümitle dengelenen Allah korkusu insanı bunalımlara değil, isyandan uzak durmaya, geçmişi telafi için taat ve ibadete, geleceğe hazırlanmaya sevk eder. Bunun için büyükler: "Herkes korktuğundan kaçar, yalnız Allah'tan korkan O'na yaklaşır." demişlerdir.

Allah korkusu, toplum hayatında da dengeleyici bir etkiye sahiptir. İnsan, Allah korkusuyla kul hakkından, hırsızlıktan, dolandırıcılıktan, cana kıymaktan uzak durur. Eline fırsat geçse bile vahşileşip suçlara yönelemez.

Allah korkusuyla hayatını geçiren insan, mutlu ve huzurlu olur. Çünkü o, hayatını Allah'ın rızasına uygun bir şekilde yaşamaya gayret eder. Kimseye haksızlık yapmaz. Böylece Yüce Rabbimiz onun kalbine kanaat ve şükrü yerleştirir. Kimsenin elindekine bakıp da kıskançlık hastalığına kapılmaz.

Halife Harun Reşit zamanında yaşamış olan büyük veli kullarından Behlül Dane (rh. a.), bir gün Halife'nin huzuruna çıkar. Harun Reşit'ten bir görev ister. Halife de der ki: "Seni Bağdat çarşısının ağası yaptım. Git, esnafı denetle, çarşıya çeki düzen ver. Behlül Dane hazretleri görevi büyük memniyetle kabul eder ve çarşıya çıkar. Bir fırına girer ve ekmekleri tartar, bakar ki hepsinin gramajı noksan. Fırıncıya sorar: "İşler nasıl, bereketli mi, hayatından, çoluk çocuğundan memnun musun?" Fırıncı; hayatından memnun olmadığını, çoluk çocuğundan şikayetçi olduğunu söyler. Devamında da, "ne sattığımın ne kazandığımın bereketi var." diyerek şikayetlerini sıralar. Behlül hiçbir şey söylemeden fırından çıkıp başka bir fırıncıya girer, oradaki ekmekleri de tartar, bütün ekmeklerin gramajı tamam, hatta fazla fazla olduğunu görür. Aynı soruyu bu fırıncıya da sorduğunda fırıncı ; "çok şükür Allah'a, hayatımdan, çoluk çocuğumdan çok memnunum, işlerim de iyi kazancım da bereketli" der. Bunun üzerine Behlûl Dana Halife'nin huzuruna çıkar ve yeni bir görev ister. Halife Harun Reşit; "Sana çarşı ağalığını verdik ya" deyince, Behlûl Dane; "yok, bu görevi bırakıyorum. Çarşının ağası zaten var, hem cezayı hem ödülü usulüne göre verip düzeni sağlıyor" diye cevap verir.

Buradan anlıyoruz ki, insan Allah'tan korkarak düzgün bir hayat yaşayacak, Allah'tan ümit ederek çalışacak ve başarısını arttırmaya çalışacaktır. Böylece dünya ve ahiret dengesini de sağlamış olur.

Cenab-ı Hak: "Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz." (Zümer/53) buyuruyor ve ümitsizliği yasaklıyor.
Bakın Allah Rasulü (s.a.s.) de acziyetinin farkında olan kalplere nasıl ümit aşılıyor:

"Müminin kalbinde korku ve ümit toplandığı müddetçe Allahu Tealâ o kuluna umduğunu verir, korktuğundan da emin kılar." (Tirmizî)

Evet; anlıyoruz ki mümin ömrü boyunca ümit ve korkunun dengesinde yaşamalıdır. Mümin, yaşadığı sıkıntı ve zorluklardan dolayı karamsarlığa düşüp asla mağlup da olmamalıdır. Her şeyin hayırla sonuçlanacağı ümidi, imanımızın gereğidir. Bütün ipler neticede Allah'ın elindedir. O, Alemlerin ve hepimizin sahibi değil mi? Artık ümitle, şevkle, muhabbetle çalışmaktan başka ne düşünebiliriz? Ne attığımız bir adım, ne döktüğümüz bir damla ter, ne de içimizde yaşattığımız küçücük bir ümit kıvılcımı... hiçbir şey boşa gitmeyecek.


28 Mart 2016 Pazartesi 17:28