Anasayfa
04-05-2016
Kalplerin yumuşama zamanı gelmedi mi ?
Dinimiz İslâm sevgi ve güven üzerine kurulmuştur. Burada kast olunan gerçek sevgi; kuru laftan ibaret olmayıp sadece iyi günlerde değil, sıkıntılı zamanlarda da elinden tutacak, üzüntüsünü paylaşacak duygular içinde olmaktır. Bu manada imanla yoğrulmuş sevgi hamuru; "kendisi için sevip arzu ettiği şeyi, yanındaki için de sevip arzu eder" kaidesine göre kurulmuştur. Allah'ın samimi kullarından öyleleri vardır ki, kendisine ulaşacak nimetin kardeşine gelmesini ister ve kendi nefsinin dünyevî veya uhrevî nasiplerine kardeşininkini takdim eder. Bunun adı έsâr'dır. Yani başkalarını kendilerine tercih etmektir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurur: "Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile, kardeşlerini kendilerinden önde tutarlar." (el-Haşr, 9)

Günümüzde çevremize baktığımızda bu güzel duygudan ne kadar mahrum olduğumuz açıkça görülecektir. Bugünün dünyasında hakim olan hayat tarzı dinimizin bize sunduğu güzelliklerden çok uzaklarda seyrediyor. Aldatmak adeta marifet sayılmaya başlandı. Kendi egomuzu tatmin etmek için, başkalarını ezmek erdem sayılır hale geldi. Sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi her tarafta şeytanın tuzaklarıyla dolu olan bu geçici dünyada kör menfaatimiz için en yakınımızı bile rahatlıkla feda edebiliyoruz. Ayrıca bazen de öyle bir pozisyona giriyoruz ki; haşa bu dünyada ben olmazsam düzen bozulur. Kendimize hatasızız demiyoruz ama her yaptığımız davranışımızın da doğruluğundan emin gibi hissediyoruz.

Başkasının fikirlerini hiç mi hiç kabule yanaşmıyoruz. İşte böyle bir hayat tarzıyla yaşarken elbette hiçbir zaman iki yakamız bir araya gelmez. Çünkü gönül yönünü ve imandan kaynaklanan güven duygusunu ihmal etmekle adeta kaskatı kalplerle birbirimizi sevmeye çalışıyoruz. Hatta bazen sevgiyi bile kendimize göre uydurarak sanki para ile veya başka bir menfaatle elde edileceğine inanır olduk. Bunun sebebi de her şeyi madde gözüyle görmemizdendir. Sevgi hiç metre veya terazi ile ölçülebilir mi? İnsan sevdi mi canını bile feda etmeye hazırdır. Peygamberimiz (s.a.s.)'in şu hadisini görmezlikten geliyoruz. "Gerçek Müslüman; birlikte yaşadığı kimselerin onun elinden ve dilinden güven içinde olmalarıdır."

Değerli okuyucularım, kendimize gelmenin zamanı gelmiştir belki de geçmek üzeredir. Yaşantımızı dinimizin bize sunduğu güzelliklerle bir an evvel bezenmemiz kendi hayatımızın huzuru için elzemdir. Bu aynı zamanda başarılarımızın da sırrıdır. Çünkü insan güven ve huzur içinde, yardımlaşma ile ve farklı fikirlerden doğacak olan hakikatlerle uzlaşma ve danışma ile başaramayacağı hiçbir iş kalmaz. Unutmayalım, başarının en büyük engeli güvensizliktir. Ayrıca dinimizin yüksek ahlakî vasıflardan biri olan îsar; başkalarını kendimize tercih etme duygusunu da kazanırsak bizim için ufkumuz açık, bugünün teknolojisini yakalamaya hazır bir vaziyette gelmemiz mümkündür.

Artık başka bahanelere yer yok. Bu karanlık devreye hepimizin birer mum yakma zamanı gelmiştir. Bu konuda doğayı örnek alabiliriz. Bütün kış her taraf buzlanmış haşin olan toprak, su ve hava Mart ayında düşen cemrelerle âdeta güleryüzle çevreyi aydınlatırlar ve sıcacık duygularla kucaklarlar. Bizim bu haşin kalbimize cemrelerin düşme zamanı gelmedi mi? Biz hayatımızı hep kış mevsimiyle mi geçireceğiz? Kur'an-ı Kerimde Rabbimiz bizi bu konuda uyarıyor: "İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin yumuşama zamanı daha gelmedi mi?..." (Hadid:16) Ayet-i Kerime bizi tevbeye davet ederek içinde bulunduğumuz şu üç aylarda geniş anlamıyla şöyle uyarıda bulunuyor: Epeyce ömrünüzü geride bıraktınız. Bu elinizdeki son fırsat olabilir. Hâlâ Allah'ı zikrederek ve Kur'an-ı Kerim okuyarak kalplerinizin yumuşama zamanı gelmedi mi?

Gerçekten bu günler, duaların Allah'a arz edilmesi, pişmanlık gözyaşlarıyla günahların silinmesi bakımından büyük bir fırsattır. Bu günlerde nefis muhasebesi yapılmalı, ana sermayemiz olan ömrümüzün nerede tüketildiği gözden geçirilmeli, amel defterimize neler yazıldığı, Mahşer günü kurulacak Büyük Mahkemenin tek Hakimi Yüce Allah'ın hakkımızda nasıl bir hüküm vereceği düşünülmelidir. Çünkü Yüce Rabbimizin ikram ettiği bu dünya hayatını ibadet ve taatla değerlendirmeyenlerin o gün pişman olacaklarını ve: "Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!" (Fecr sûresi: 24) diyeceklerini, Kuran-ı Kerim bize haber veriyor. Allah'u Teâlâ bize coşku, sevinç, sevgi, şefkat gibi duyguları üretebilen bir beyin ve bunları hayata geçirecek bir kalp yaratmıştır. Bu duyguları beyinlerine; zihinlerine ve kalplerine yerleştiren insanların gözlerindeki ışığı okursunuz, onlar gittikleri yerleri aydınlatırlar. Uzak durulması gereken iğrenç duygular; karamsarlık, çekememezlik, rekabetçilik, gurur gibi insanın geleceğini ve insanlığın karakterini tahrip eden duygulardır. Gelin bu kötü duyguları söküp atalım ve daha aydınlık yarınlar için birbirimizi sevelim. İnanın, birbirimizi sevmek, barış ve huzurun olmazsa olmaz şartıdır.

4 Mayıs 2016 Çarşamba 11:58