21-10-2016
Fıtrata uygun yaşamak
Dinimiz İslâm fıtrat dinidir. Bir başka deyişle yaradılışın ilk tarzı ve tavrı ne ise, İslâm da insanları o bozulmamış hale davet etmektir. Bu incelik sebebiyle "İslâm fıtrat dinidir" denmiştir.
Şu halde müslüman; yaradılıştaki safiyetini muhafaza eden ve onun herhangi bir yabancı unsur tarafndan bulandırılmasına izin vermeyen, doğuştan özünde hahip olduğu değerler doğrultusunda ömrünü sürdüren, yani fıtrata uygun yaşayan kimsedir.
Yaradılışından getirdiği "güzele, iyiye, doğruya yatkınlık, ünsiyet" sebebiyle "insan" ismini almış olan varlık, ancak bütün benliğiyle İslâm'a, yani "fıtrat"a yöneldiği zaman, kâinat içindeki ahenk sağlanmış, büyük alem ile küçük alem arasındaki uyum temin edilmiş olur.
İslâm, sadece insanların dünya ve ahiret mutluluğunu temin eden bir 'inanç ve ibadetler bütünü' değil; aynı zamanda bütün varlığa ve kainata hakim olan yaratılış yasayışının, tabii durumun ve aslî halin adıdır. Yaratcı'ya boyun emek ve O'na teslim olmak sadece insanın doğal tavrı değil, aynı zamanda insan dışındaki canlıların ve evrenin de tavrıdır. Kur'an, göklerde ve yerde olanların, güneşin, ayın, yıldızların, dağların, ağaçların, hayvanların da secde ettiğini (Hac suresi/18) bildiriyor.
Yüce Allah, Rasul-i Ekrem Efendimiz'in şahsında bütün müslümanlara şöyle hitap etmektedir:
"Sen yüzünü hanif olarak din'e, Allah'ın, insanları yarattığı fıtratına çevir." (Rum/30)
Fıtratın Bozulması Ne Demek?
Yeni doğan çocuk, Yüce Allah'ın bütün varlıklar üzerine hakim kıldığı ve bütün varlıkların yaratılış mayasına koyduğu aslî hal, başlangıçtaki bozulmamış yaratılış özellikleriyle dünyaya gelir. Çocuk, ana-babası ve çevresi tarafından aksi doğrultuda yönlendirilmedikçe bu doğal, asli hal içinde doğru yolda yürür ve fıtratının tabii bir sonucu olarak hakikatle iç içe yaşar.
Rasul-i Ekrem (s.a.s.) Efendimiz bu durumu şöyle ifade buyurur: "Her doğan (çocuk) fıtrat üzere dünyaya gelir. Daha sonra ana-babası onu yahudi, hıristiyan veya ateşperest yapar." (Buharî, Müslim)
Bu hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.s.) çocuğun ana-babası hangi din ve inanç sistemi üzere bulunuyorsa, çocuğu da o yola sevkedeceklerini haber vermektedir. Bu, çocuğun sadece belli bir dine sokulması değil, aynı zamanda fıtratının da bozulması demektir.
Tıpkı berrak ve tertemiz suyla dolu bir kaba sonradan zift doldurulup şişenin içindeki safiyetin bozulmasına yol açmak gibi, evrenin ve içindekilerin ve tabii bu arada insanın da tek varlık yasası olan "fıtrat"ın, aykırı ve yabancı unsurlarla kirletilmesi demektir bu.
İşte insan, varlığının özündeki safiyeti, kendisine verilen iradeyi kötü istikamette kullanarak bozmaya başladığı andan itibaren, varlık yasalarına baş kaldırmış, kirlenmeye ve kirletmeye başlamış demektir.
Yolcuyu hedefinden saptırarak ters yollara sevkeden bu süreç başladıktan sonra, tövbe edilip doğru istikamete girilmedikçe yanlış yönde ilerleme devam edecek, yani hedeften gittikçe uzaklaşan yolcu karanlıklar içinde kaybolmaktan kurtulamayacaktır. Efendimiz bu durumu şöyle beyan ediyor: "Mü'min kul bir günah işlediği zaman kalbinde bir siyah nokta oluşur. Eğer tövbe ederse o nokta silinir ve kalbi cilalanır (eski haline gelir). Eğer günah işlemeye devam ederse o noktalar da artar ve nihayet bütün kalbini kaplar." (Tirmizî, İbn-i Mace, Ahmed b. Hanbel)
Bu hadis-i şerif şunu anlatıyor: Fıtratı kirleten, bozan her türlü davranış yanlıştır ve bu anlamdaki her yanlış dinimiz tarafından günah olarak isimlendirilmiştir. Bir diğer ifadeyle, her günah, fıtratı kirleten, zedeleyen ve bozan bir "müdahale"dir.
Fıtrat kirliliği son aşamaya geldiği zaman insanın kalbi mühürlenir. Kalbi mühürlenen insan da artık hakikatleri kavramaktan uzaklaşmış bir varlık olarak, hem kendisine hem de çevresine her türlü zararı verebilecek bir varlığa dönüşmüştür.
Şu halde en başta söylediklerimizi de hatırlayarak şu noktanın altını bir temel tespit olarak çizmeliyiz: İnsan denen varlığın, yaradılışından ve özünden getirdiği değerlere (yani fıtrata) uygun davranışın tek adresi vardır: İslâm. Bu nedenle dinimiz İslâmı kaynağından doğru bir şekilde öğrenmeli ve hayatımıza uygulamalıyız ki fıtratımız bozulmasın ve taşıdığımız milli ve dini değerlerimiz kaybolmasın.