06-03-2017
İnsanın ve toplumun huzuru için
Yüce Rabbimiz Kur'an'da; "İnsan, kendinsin başıboş bırakılacağını mı sanır?" diye buyurmaktadır. O halde insan yüksek bir gaye ile bu dünyaya gelmiş ve bu gaye uğruna zamanı bir sermaye bilip azim ve gayret göstermesi gerekir. Elbette neleri yapıp yapmaması da bir takım kurallara bağlı kalması gerekir.
Buna göre ahlâk, insanın bir ömür boyu uyması gereken kuralların, yapması gereken görevlerin bütünüdür. Acaba insanın kime, kimlere karşı görevleri vardır. Elbette öncelikle kendini yaratana karşı görevleri vardır. İnsan Rabbini bilecek, tanıyacak, O'nun kendisinden beklediği kulluk görevlerini yapacaktır. En yakınında ailesi, onlardan hemen sonra diğer insanlar, hatta Allah'ın yarattığı diğer varlıklar, hayvanlar, bitkiler vardır. Ozon tabakasının korunması da bu görevlerden biridir. Ahlâkı Allah'ın emirlerine saygı, yarattıklarına şefkat ve sevgi diye tarif eden İslâm büyükleri meseleyi işte böylesine kapsamlı düşünmüşlerdir.
Ahlâk sadece davranışların değil, davranışlara yön veren duyguların ve insanın iç dünyasının eğitimidir. İnsanlara "Rabbimin kulları" diye bakabilmek, Müslümanları "benim kardeşlerim" diye görebilmek insanın davranış mekanizmalarını buna göre programlamaya bağlıdır. Bu program çalıştığı zaman insan birine bakarken bakışına bir tutam sevgi, bir ölçek şefkat katacaktır. Kimseye üstten bakmayacaktır. Konuşurken karşısındakine değer verecek, ona başını çevirerek bakmayacak, bütün vücuduyla dönerek konuşacaktır.
Ayrıca yaşadığı çevrenin maddi ve manevi yönden korunması; insanları rahatsız edecek pislikleri, kötülükleri bertaraf etmeye çalışması, her kesin mutluluğunu istemesi, kısaca insanca bir hayatı yaşaması dinimizin koyduğu prensiplere uymasına bağlıdır.
İnsanın ve toplumun huzura, sükûna, mutluluğa ihtiyacı vardır. Bunlar onun en tabiî hakkıdır. Görevlerini yapabilmesi için bu şartlar gereklidir. En üstün meziyetlerle donatılan insanoğlu birbiriyle didişmekten, çekişmekten, kavga etmekten rahatsız olmalıdır. Eğer birilerini ezmek, tedirgin etmek, ağlatmak onu rahatsız etmiyorsa insanî özelliklerini yitirmiş demektir. Günümüz insanlığının en büyük problemi işte bu noktadadır.
Çağımızda belki ilim ve teknoloji gün geçtikçe ilerlemektedir, ama imanın beslediği ahlâki değerlerden uzak kalındığı için bu güzelim dünyamızda kavgasız, gürültüsüz, cinayetsiz gün geçmemektedir. Televizyon haberlerini izlerken, haberin kalitesi kötü haberlerle ölçülür duruma gelindi. İyi haber, haber sayılmamaktadır artık. Meselâ; savaşlar, ekonomik krizler, sel felâketleri, depremde heba olan can ve mallar, trafik kazalarında ölü sayısı vs. Alın size "kaliteli" haberler!.. Bu manzaralar cahiliye devrindeki zulmü ve ortaçağ vahşetini aratmamaktadır.
Bu durumdan insanlık nasıl kurtulur? Bunları acilen düşünülmesi ve kurtuluşun gerçek adresini bulunması gerekir. Aksi takdirde; insan ilâhi mesajdan uzak kaldığı, onunla bağını zayıflattığı, yahut ona sırt çevirdiği sürece, Kur'an'da bildirilen; ahlâksızlık batağında yüzdükleri için batıp giden nice milletler gibi yok olup gidecekleri muhakkaktır.
İnsanı terbiye etmenin yani iç güdülerinin tutsaklığından kurtarıp üstün değerlere yükseltmenin en mükemmel yolu imandır. Gönül rızasıyla içten benimseyerek gerçekleştirilecek en sağlam itaat ve disiplinin imana dayanması gerekir. Din, insanın hareketleri devamlı surette gözetleyen denetleyiciyi onun kalbine yerleştirmiştir. İşte bu sebeple insanın kanun adamlarının ve diğer insanların kontrolünden uzak, ıssız bir yerde yapacağı ahlâka uymayan bir davranışı onun içindeki denetleyicinin gözünden kaçmaz. Böylece insan, Allah’ın her şeyi gördüğünü ve hiçbir kötülüğü cezasız bırakmayacağını hesap ederek ona göre adım atar.
Dünyamızı yaşanır hale getirmek için gelin hepimiz el ve gönül birliği içine girelim. İyilik yönünde atacağımız en ufak bir adım aydınlık yarınlara büyük bir hedeftir. Hepimiz böyle bir hedefe yönelmeliyiz. Unutmayalım, Kur'an'da "bir zerre miktarı yapılan iyiliğin karşılığı olacağını, bir zerre miktarı kötülüğün de cezasız kalmayacağını" Rabbimiz bize haber vermektedir. Ateşi tutuşturan küçük bir kıvılcımdır. İnsanı harekete geçiren de içindeki adeta bir kıvılcım gibi olan imanıdır. Bu nedenle yaptıklarımızı küçümsemeyelim. İnanarak yapacağımız küçük bir iş, inanmadan yapacağımız büyük bir işten daha büyüktür. İnanarak her ne yaparsak toprağa atılan bir tohum misali gelecekte onun semeresi çıkacaktır. Yazıma şu güzel söz ile bitirmek istiyorum:
"Başaranlar, önce inandılar, sonra yaptılar. Başaramayanlar ise, önce yapıp sonra inanmayı deniyorlar." M. Bozdağ
6 Mart 2017 Pazartesi 10:16