01-10-2018
Sorumluluk bilinci
Seçkin bir milletin torunları olan biz Batı Trakya Müslüman Türk Toplumu, azınlık olarak kaldığımızdan bu yana seksen küsur sene geçmiştir. Türk Milleti olarak bizi canlı tutan dinimize, dilimize ve kültürümüze bugüne kadar çetin mücadeleler vererek sahip çıkmış ve dimdik ayakta kalabilmişiz. Bundan böyle de atalarımızdan devraldığımız bu unsurları hepimiz sorumluluğumuzun bilinciyle hareket ederek en güzel bir şekilde sahip çıkmaya ve bizden sonraki geleceğimizin teminatı gençlerimize güzel örnek teşkil ederek onlara aktarmaya gayret göstermemiz en başta gelen görevlerimizdendir. Elbette bu sorumluluk bilincini ne kadar taşıdığımızı hepimiz kendimizi sorgulamak zorundayız. Çünkü günümüz şartlarına bakacak olursak millet olarak gidişatımızın pek iyi olmadığını açıkça görmek mümkündür.
Bu kötü gidişatı hepimiz görmekteyiz ve her vesileyle bunları kendi aramızda konuşuyor ve şikâyet ediyoruz. Fakat çoğu defa bu şikâyetleri yaparken kendimizi unutuyoruz. Sanki biz başka dünyada yaşıyoruz. Oysa toplumumuzda kötü giden bir durum varsa, bizim de buna payımızın olabileceğini düşünmek zorundayız. Çünkü biz başka yerde yaşamıyoruz. "Kötü gidişata sebep olanlardan biri de ben olabilirim" düşüncesiyle hareket edip öncelikle kendimizi, ondan sonra etrafımızı düzeltmeye çalışmamız lazımdır.
Son yıllarda rehavetin artması, dünya için bitmez tükenmez ihtiyaçlar, bizi kör bir ihtirasın peşine sürüklemiştir. Ruhi yapımızı oluşturan manevi değerlerimize de pek önem verdiğimiz söylenemez. Tabi ki bununla beraber mücadele ruhumuz da zayıfladı. "Boş veer, memleketi ben mi kurtaracağım, nemelâzım" anlayışıyla hareket etmeye başladık. Diğer yandan gençliğimizin kötü alışkanlıklar peşinde koştuklarından ve bizi beğenmediklerinden bahsediyoruz. Peki gençlerimiz, bizim neyimizi beğensinler, hangi güzel davranışlarımızı örnek alsınlar? Veya biz onlara nasihat ederken o dediklerimizi yapıyor muyuz? Eyleme dönüşmeyen sözlerin etkili olmasını bekleyemeyiz. Öncelikle bizler hırs ve heveslerden vazgeçerek içimize yönelmemiz, imanımızı ve Müslümanlığımızı gözden geçirip inanç birliğini sağlamamız gerekir ki, millî hüviyetimiz olan Türklüğümüzü de muhafazaya alabilelim.
Kur'an-ı Kerim'de büyük peygamberlerden Hz. İbrahim'in putprestler tarafından ateşe atıldığı haber verilemktedir. Karıncanın biri ağzına aldığı bir damla su ile o ateşi söndürmeye gidiyor. Onu görenler, "bu küçücük halinle o kocaman ateşi söndürebilir misin?" diye alaylı bir şekilde sorduklarında şu ilginç cevabı vermiştr: "Benim görevim, gücümün yettiği kadarıyla o ateşi söndürmeye çalışmaktır, onu söndürecek olan ise başkasıdır (Allah'tır)."
Kötü gidişata ayak direyen karınca misali mücadele için hamle yapan, boş vermeyen, nemelâzım demeyen, sorumluluk bilincine erişmiş insanlar; neticeye varamazlarsa bile bu uğurda ölmekle bahtiyar olurlar. Bizden önceki mücadele adamları bizim varlık sebebimiz ve onurlu hayat çizgimiz olan millî ve dinî değerleri bize teslim ettikleri gibi sonradan gelecek neslimize hiç bozulmadan hatta daha iyi seviyeye getirerek teslim etmemiz üzerimize farzdır. Böyle bir yola başkoyanlara Allah da yardım eder. "Kim Allah'a karşı gelemekten sakınır da sorumluluk bilinci içinde hareket ederse, Allah ona bir çıkış yolu açar." (Talak s.:2) Sorumsuzlukla, nemelâzımcılıkla ve vurdumduymazlıkla hiçbir yere varamayız, tam tersine; bütün çıkış yollarımızı tıkar saplandığımız bataklığın içinde boğulup yok oluruz. Maalesef içimizden davaya sahip çıkmayan bazı insanlarımız, çıkarlarına aykırı düşmesinden endişe ettikleri her mücadeleden kendilerini geri çekmeyi hüner sayıyorlar. Yani haksızlık, zulüm ve yanlışlara müdahale yerine kaçışı tercih ediyorlar.
Osmanlı Padişahlarından Yavuz Sultan Selim, Şeyhülislâm Zembilli Ali Efendi'ye sorar; "Hocam, en büyük günah nedir?" O da; "Nemelâzım Efendim." Diye cevap verir. Padişah sorusunu ikinci kez tekrar eder, aynı cevabı alınca, hayret eder. "Hocam, ben size ciddi bir soru soruyorum, oysa siz beni hafife alıyorsunuz" diyerek kızar. Bunun üzerine Zembilli Ali Efendi şunları söyler:
"Haşa, Padişahım. Ben size sorunuzun cevabını verdim. Bir insanın nemelâzım demesi, en büyük günahı işlemiş olur."
Evet, yanıbaşımızdaki evde yangın çıkmışsa, eğer söndürmeye gitmez nemelâzım dersek, yangın bizim eve de sıçrar. İşte toplumda da kötü gidişata duyarsız kalırsak, o kötü gidişata sebep olanlardan biri de biz olduğumuzu unutmayalım. Haksızlıklara karşı mücadele vermezsek, haksızlıklarla yaşamaya mahkum oluruz. Bu durumdan kurtulmak için öncelikle imanımızı yenilemek ve dini yaşantımızı düzeltmek zorundayız.
Türklüğümüzün de sigortası inandığımız gibi yaşamaktır. Aksi halde sadece lafla hiçbir yere varamayız. Hazreti Ömer’in şu çok anlamlı sözüyle son vermek istiyorum: "Eğer inandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız"
1 Ekim 2018 Pazartesi 13:13