Anasayfa
12-12-2018
Ümit ve korkuyla yaşamak
İnsan için bu hayat, gerçekte ümit ve korkuyla dolu bir imtihan yeridir. Bu imtihanda başarı, korku ve ümidin tatlı ahengi içinde yaşayabilmektir. Çünkü fazla korkudan ümitsizlik, korkusuz ümitten de gaflet doğar.

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de "Kullarıma benim gerçekten çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olduğumu bildir. Ama azabım da çok elem verici bir azaptır." buyurmaktadır. (Hicr, 15/49, 50.) İlk ayet ümit, ikinci ayet korkutma maksadını taşımaktadır. Başka bir deyişle bu iki ayette insanlara, tasavvufi kaynaklarda havf ve reca denilen bir ahlaki ve dinî duyarlılık ve tedbirlik kazandırılması amaçlanmakta, Kur’an’ın bütününde izlenen yöntem burada özetlenmiş bulunmaktadır.

Mümin, Rabbinin büyüklüğünü ve azabının çetinliğini bilerek O'ndan korkar. Yani Allah'tan en çok korkan, O'nu en çok bilendir. Bu sebeple Rasul-i Ekrem (A.S.), "Ben, içinizde Allah'tan en çok korkanınızım" (Buhari) buyurmuyor mu? Fatır Suresi'nin 28'inci ayeti de işte bu manaya işaret ediyor: "Kulları içinde Allah'tan ancak Alimler korkar."

Görülüyor ki, ilahî bilgi arttıkça kalbe düşen korku da çoğalıyor. Fakat ümitle dengelenen Allah korkusu insanı bunalımlara değil, isyandan uzak durmaya, geçmişi telafi için taat ve ibadete, geleceğe hazırlanmaya sevk eder. Bunun için büyükler: "Herkes korktuğundan kaçar, yalnız Allah'tan korkan O'na yaklaşır." demişlerdir.

Allah korkusu, toplum hayatında da dengeleyici bir etkiye sahiptir. İnsan, Allah korkusuyla kul hakkından, hırsızlıktan, dolandırıcılıktan, cana kıymaktan uzak durur. Eline fırsat geçse bile vahşileşip suçlara yönelemez.

Cenab-ı Hak: "Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz." (Zümer/53) buyuruyor ve ümitsizliği yasaklıyor.

Bakın Allah Rasulü (A.S.) de acziyetinin farkında olan kalplere nasıl ümit aşılıyor:

"Müminin kalbinde korku ve ümit toplandığı müddetçe Allahu Tealâ o kuluna umduğunu verir, korktuğundan da emin kılar." (Tirmizî)

Evet; anlıyoruz ki mümin ömrü boyunca ümit ve korkunun dengesinde yaşamalıdır. Kur’an-ı Kerim’de ümit ve korkuyu birleştiren ayetler çoktur. Sadece korkutmak yanlış bir metoddur. Hz. Peygamber, doksan dokuz kişiyi öldürüp de vicdan azabı çeken bir kişiden bahseder. Bu kişi kurtulmak ümidiyle bir din adamına başvurur. Fakat o din adamı ona ümit verici konuşmaz, hatta hiç kurtuluşu olmadığını söyler, o kişi de tekrar ümitsizliğe düşer ve o din adamını öldürür. Ama vicdanı yine rahatsızdır, kurtulmak ister, bir başka din adamı ona ümit verir, suçlarından kurtulması için, içinde yaşadığı ortamı terketmesini söyler, o da terk eder. Bu Hz. Peygamber’in tavsiye ettiği bir prensiptir. Hz. Peygamber müjdeleme prensibini tavsiye etmekte ve doğru hareketin bu olduğunu söylemektedir.

Hz. Ömer b. Hattab (r.a.) azap korkusu ve sevab ümidi arasında şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde bir kişiden başka cennete kimse girmeyecek denilse, o kişininin kendimin olmasını ümit ederim. Şayet cehenneme bir kimseden başka kimse girmeyecek denilse yine o kimsenin ben olmasından korkarım."

Âhiretteki durumları itibariyle insanlar ikili bir ayırıma tâbîdirler. Ya cennet ya da cehennemdedirler. Bu kesin gerçek, dünyada yaşarken her iki sonucu da hesaba katmak lâzım geldiği fikrini vermektedir. Burada birbirini takib eden iki ayrı âyette ümit ve korkunun gereği belirtilmiş olmaktadır.

"O gün tartıda kimin iyi amelleri ağır basarsa o, hoşnut olacağı bir yaşayış içindedir. Kimin iyi amelleri hafif gelirse, onun varacağı yer, kızışmış bir ateş yeri olan Hâviye'dir." Kâria sûresi.



12 Aralık 2018 Çarşamba 14:16