Anasayfa
<
28-01-2022

29 Ocak 1988 ve 1990…
29 Ocak 1988 ve 29 Ocak 1990, Batı Trakya Türk Azınlığı için milat olan iki tarih.

1988 yılında yaşananlar, etnik kimliğin inkarına karşı Batı Trakya Türklerinin verdiği toplu bir cevap niteliğini taşıyor. Azınlık insanının tek yürek ve yumruk halinde tarihindeki en önemli kitlesel direnişini oluşturuyor.

1923’te uluslararası Lozan Barış Antlaşması ile mübadele dışı tutulan Batı Trakya Türklerinin etnik kimliği, Yunanistan’da var olan diğer etnik azınlıklar gibi reddediliyor. Bu, bir devlet politikası olarak benimsenmiş ve geri adım atılmaksızın sürdürülüyor. Batı Trakya’da yaşayan insanların gelenek ve görenekleri, yaşam biçimleri, kullandıkları dil, kendilerini tanımlama biçimleri görmezden gelinerek, Türk azınlıktan değil, ısrarla “Müslüman Elenler”in varlığından bahsediliyor.

Bugün yıl dönümünü kutladığımız 29 Ocak 1988’de gerçekleşen ve “Türklük Yürüyüşü” olarak tarihe geçen başkaldırının temelinde de devletin bu politikasına olan tepki yatıyor.

Ancak geçen 34 yıla rağmen hiçbir şeyin değişmediğine, çözüm yerine var olan sorunların katlanarak büyüdüğüne tanık oluyoruz.

1 Aralık 1983’te Gümülcine Türk Gençler Birliği’nin, 2 Aralık’ta Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği’nin ve 7 Aralık’ta da İskeçe Türk Birliği’nin “Türk” ifadesini taşıdığı için indirilen tabelaları hala yerine konulmadı. 2008 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararına rağmen, İskeçe Türk Birliği’ne resmiyeti iade edilmediği gibi, yine AİHM’de haklı bulunan Rodop İli Türk Kadınları Kültür Derneği, Evros Azınlık Gençleri Derneği gibi yeni derneklerin de kurulmasına izin verilmiyor.

Adı geçen dernekler isimlerindeki “Türk” ve “Azınlık” kelimeleri nedeniyle bitmek tükenmek bilmeyen bir hukuk mücadelesi içindeler. Üstelik Yunanistan, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin siyasi baskılarını, uluslararası alanda zedelenen siyasi prestijini hiçe sayarak bu konudaki inadını sürdürüyor.

Bir başka ifadeyle, azınlığın 1988 yılında sokaklara dökülmesine neden olan ortam, ne yazık ki 2022 yılında da devam ediyor.

29 Ocak 1990 tarihine gelince; farklılığa karşı olan hoşgörüsüzlüğün, farklıya olan saygı ve tolerans eksikliğinin şiddete dönüşmesinin yıl dönümü diyebiliriz.

Milli kimliğini haykıran azınlık insanına unutmayacağı bir “ders” vermek gerekiyordu. Böylece örgütlü bir şekilde yaratılan suni gerginlik, Gümülcine’deki Türkler aleyhine bir saldırıya dönüştü. Türklere ait kahvelere, dükkanlara Yunanlı fanatik grupların başlattığı saldırılara polis müdahale etmedi. Hatta saldırganlara Türk dükkanlarını ayırt etmeleri açısından yardımcı oldu. Yapılan saldırı ve saldırıları takip eden yağmalama olaylarında ise hiçbir Yunan dükkanı hedef olmadı.

29 Ocak 1990 pogromunda yaklaşık 50 Türk yaralandı. Ahmet Faikoğlu ile Mehmet Emin Aga demir çubuk ve bıçakla yaralandılar ve daha sonra tedavi için Türkiye’ye götürüldüler. Milyarlık maddi hasarlar ise dönemin Başbakanı Zolotas’ın verdiği söze rağmen hiçbir zaman ödenmedi.

29 Ocak olaylarından birkaç gün önce, 26-27 Ocak’ta dönemin Dışişleri Bakanı Andonis Samaras’ın Gümülcine’yi ziyareti, bu ziyareti sırasında dönemin Metropoliti Damaskinos ile bir araya gelmesi, 29 Ocak saldırılarının bu görüşmede planladığı görüşünü güçlendirdi. Bu arada, 26 Ocak’ta Gümülcine’de gerçekleşen ve Dr. Sadık Ahmet ile İbrahim Şerif’in 18 ay hapis cezasına çarptırıldığı dava da aşırı sağcıların gösterileriyle sonuçlandı ve bir anlamda 29 Ocak saldırılarının habercisi oldu.

Ne üzücüdür ki, bu saldırı ve yağmalama olaylarının üzerinden 32 yıl geçmiş olmasına rağmen, hiçbir siyasi irade yakın tarihiyle yüzleşmedi, bu saldırının maddi ve manevi sorumluluğunu üstlenmedi, insanlık dışı saldırılara maruz kalan azınlık insanından özür dilemedi. Ve yine ne üzücüdür ki, bu ülkenin aydınları ülke tarihine bir kara leke olarak düşen bu olayları eleştirmedi, hiç yaşanmamışçasına görmezden geldi ve gelmeye devam ediyor.

Kimlikler zor kullanılarak sindirilemez, yok edilemez. Farklının “düşman” olduğu algısını yaratma çabası çağ dışılıktan başka bir şey değildir. Demokrasilerde, hukuk devletlerinde bu tür anlayışlara asla izin verilemez. Çağdaş devlet din, dil, milli kökenden bağımsız olarak tüm vatandaşlarına eşit mesafede durabilen, onları ayrım gözetmeksizin kucaklayabilen devlettir.

Çağın dışında kalan, insan ve azınlık haklarıyla bağdaşmayan devlet anlayışında ısrar etmenin bir fayda sağlamadığını tarih bizzat kanıtlamıştır.

BM Evrensel Beyannamesine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine imza atmış, AB normlarına uygun davranacağı taahhüdünde bulunmuş bir ülkede hoşgörü ve tolerans eksikliğini körükleyen siyasi yapıların, devlet politikalarının geçmişten ders çıkarması gerekmiyor mu?

Batı Trakya Türk Azınlığı, yaşadığı ülkenin yöneticilerine karşı ciddi bir güven bunalımı içerisinde. Devletin, vatandaşının güvenini yeniden kazanma gayreti içerisine girmek yerine, onu ötekileştirmesi, “tehlike” olarak algılaması ve göstermesi çok ama çok üzücü.

28 Ocak 2022 Cuma 23:08