Anasayfa
31-12-2020
Bir Zoom paneli, “olmayan sorunlar” ve yapılan ithamlar!
Geçtiğimiz günlerde BAKEŞ tarafından düzenlenen ve moderatörlüğünü yaptığım bir Zoom paneli gerçekleştirilmişti. İnternet üzerinden gerçekleştirilen “Yunanistan’da İslamofobi ve Azınlığa Yönelik Nefret Söylemi” konulu panelin konuşmacıları ise Yunanistan İnsan Hakları Birliği yönetim kurulu üyeleri akademisyen – araştırmacı Aleksandros Sakellariu ve Gümülcineli avukat Halil Mustafa’ydı.

Yunanca olarak gerçekleştirdiğimiz panelde İslamofobi’nin Yunanistan’da vardığı boyut ele alındı. İslamofobi kavramının tanımı, bu tür saldırı ve söylemlerin görüldüğü alanlar, son yıllarda İslamofobik olayların artışı, göçmen – mülteci sorunu ile İslamofobi arasındaki ilişki, Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’na yönelik İslamofobik saldırı ve söylemler ile Yunanistan’daki mevzuatın sorunu önlemekte yeterli olup olmadığı değerlendirildi.

Ayrıca Batı Trakya Türklerinin maruz kaldığı nefret söylemi ele alınarak, Yunanistan’daki siyasetçilerin, basın ve sosyal medya çevrelerinde azınlık karşıtı nefret söyleminin vardığı boyut, bu söylemin sonuçları ve bunu etkileyen olaylar masaya yatırıldı.

Yapılan panele internet ortamından ulaşılabilir. İşte bu paneli Batı Trakya Türk Azınlığı’yla ilgili konularda zaman zaman yazdığı yazılar ve yaptığı çıkışlardan tanıdığımız İskeçeli avukat Stergios Yalaoglu değerlendirmiş. Sayın Yalaoglu’nun yazısı bazı sitelerde geçtiğimiz günlerde yayımlandı.

Yalaoglu’nun yazdığı makalenin başlığı şöyle: “Var olmayan bir sorunun hedeflenmiş bir şekilde vurgulanması.” Başlığı şöyle de tercüme edebiliriz: “Olmayan sorunun öne çıkartılması.”

Zoom panelini değerlendiren ve analiz eden Yalaoglu, Yunanistan’da İslamofobi gibi bir sorunun aslında olmadığını, Batı Trakya Türklerine karşı nefret söyleminin olmadığını, bizim böyle bir sorunu “varmış” gibi gösterdiğimizi öne sürüyor. Yani bizi Yunanistan’da olmayan bir sorunu “varmış” gibi göstermekle itham ediyor.

Her şeyden önce yazısında şahsımla ve sahip olduğum sıfatlarla ilgili soru işaretleri yaratacak nitelendirmelerde bulunuyor. Bana gazeteci derken, gazeteci kelimesini tırnak içine alıyor... Şahsımdan “İskeçe Türk Birliği”nin “sözde” başkanı olarak bahsediyor. Atina’dan Zoom etkinliğine katılan, İslamofobi raporlarına imza atmış olan, Yunanistan İnsan Hakları Birliği yönetim kurulu üyesi Aleksandros Sakellariu’dan bahsederken araştırmacı sıfatını da tırnak içinde kullanıyor. Yani bana “sözde” gazeteci ve “sözde” başkan, sayın Sakellariu’ya da “sözde” araştırmacı demek istiyor beyefendi.

Sayın Yalaoglu, Trakya’daki barış içinde birlikte yaşamı tehdit ettiğimizi iddia ediyor! Evet doğru okudunuz. Yunanistan’daki İslamofobiden bahsettiğimiz için, Batı Trakya Türklerine karşı nefret söylemini ele aldığımız için, bölgemizdeki Türklerle – Yunanlılar, ya da bizi bu şekilde itham eden beyefendinin tercih ettiği gibi, bölgedeki Müslümanlarla – Hristiyanlar arasındaki barışçıl yaşamı tehdit etmiş oluyoruz. İnsaf..

Bunun dışında, “Nasıl olur da yasa dışı bir dernek, bir başka derneğin çatısı altında faaliyet gösterir ve bir avukat ve bir araştırmacı – öğretim üyesi nasıl bu kurumun faaliyetlerini meşrulaştırır?” gibi sorular soruyor. Belli ki BAKEŞ ile İskeçe Türk Birliği’ni karıştırıyor. Normaldir. Geçtiğimiz günlerde de çocuk kulüplerine laf dokundurma çabası sırasında, BAKEŞ’le bir başka azınlık kurumu karıştırılmıştı.(!) Sadece kurumlar değil, olaylar da karıştırılmıştı.

Azınlığı topyekun sorun olarak gören zihniyetin, bütün azınlık kurumlarını da gayri meşru görmesi veya algılaması normal!

İSLAMOFOBİ VAR DİYENLERİ KÖTÜ NİYETLİ OLARAK NİTELENDİRİYOR
Sayın Yalaoglu en büyük eleştirisini “Trakya ve Yunanistan genelinde İslamofobi’den bahsedilemez” sözleriyle ortaya koyuyor. Hatta böyle bir şeyi iddia edecek kişiyi kötü niyetli veya gerçeklerle ilgisi olmamakla itham ediyor. Trakya’nın 240 camisiyle, uyumlu yaşam anlamında dünyaya örnek olduğunu iddia ediyor. İslam ile Hristiyanlığın 100 yılı aşkın süredir birbirini desteklediği ve birlikte var olduğunu ifade ediyor. Gerçi bu iki din ve iki kültür bu bölgelerde yüzlerce yıldır birlikte diye biliyorduk, ama beyefendinin farklı bir bakış açısı olduğu aşikar. Zira iki dinin bir arada yaşamaya başladığını nedense son 100 yıl içinde görmeyi tercih ediyor.

Ha unutmadan belirtelim; sayın Yalaoglu Trakya’daki Müslümanları üç gruba ayırıyor. Klasik olarak Pomaklar, Romanlar ve “Türk kökenliler” olarak nitelendirdiği Müslümanların da Türk olmadığını, bunun da zoom toplantısına katılan bizlerin bilmemesinin imkansız olduğunu söylüyor. Bu kişilerin yani Trakyalı Müslümanların, Anadolu’dan göçmen olarak gelen bir ailenin çocuğu olan kendisinden bile daha çok Yunanlı olduğunu savunuyor. Ne yalan söyleyeyim ben bunu sayın Yalaoglu’nun söylediği şekliyle bilmiyorum. Bizlerin ne olduğunu, bizim kimliğimizi lütfen bize bıraksın. Çok rica ediyorum.

Trakya’da İslamofobi’den bahsedilemeyeceğini, hatta Trakya’daki metropolitlerin Müslümanlar için şeriat hukukunun devam etmesini istemelerini buna örnek olarak gösteriyor. Gerçekten ilginç bir bakış açısı.

Yazısının bir yerinde milli bilincin dış etkenler tarafından da oluşturulduğunu, hatta bol parayla da oluşturulduğunu söylüyor. Yani birilerinin, kendimize “Türk” demek için bize para verdiği imasında bulunuyor. Sayın Yalaoglu’nun bu iddiasını okuyunca “Dervişin fikri neyse zikri de oymuş” şeklinde bir Türk atasözü aklıma geldi nedense.

Yunanistan’ın 1 milyonun üzerinde ekonomik göçmeni kabul ettiğini, Ege adalarındaki insanların göçmenleri kabul etmek için evlerini açtığını dile getiriyor yazısında. Ve ekliyor: “Yunanistan’da İslamofobi’den bahsetmemiz mümkün mü?”

Sayın Yalaoglu göçmen ve İslamofobi olayından bahsederken konuyu eninde sonunda Türkiye’nin sorumluluğuna getiriyor. Ve bizlerin, Türkiye’nin bu konudaki tutumunu konuşmadığımızı, eleştirmediğimizi belirtip, “Siz Yunanistan’da İslamofobi’den bahsedeceğinize Türkiye’nin yaptıklarını konuşun, Yunanistan’ı eleştireceğinize, Türkiye’yi eleştirin. Zaten Yunanistan’da İslamofobi de yok, azınlığa karşı nefret söylemi de yok.” demeye getiriyor. İslamofobi ve nefret söylemi konusunu tartışan bizlere Türkiye’yi gösteriyor.

Hatta geçtiğimiz haftalarda İskeçe Müftüsü Ahmet Mete’nin kaldığı binanın asansörüne yazılan nefret söylemi içeren mesajla ilgili söylenenleri de eleştiriyor ve bu konuyla ilgili yetkili mercilerin hala suçluyu araştırdığını ifade ediyor. Parantez içinde de (eğer suçlu varsa) diye de eklemeyi ihmal etmiyor. Bu konuda yapılan eleştirilerin tek taraflı olduğunu iddia ederek, Müftü Mete’nin daha önce bir konuşmasında Yahudilere hakaret ettiğini hatırlatıyor. Yani bir anlamda, müftüyü hedef alan nefret söylemi hareketini “haklı” gösterecek veya bu saldırıyı “hafifletecek” argüman geliştiriyor. Ama her ne hikmetse İskeçe müftüsünün bu konuşması için özür dilediğini hatırlamıyor.

Özetleyecek olursak, “Yunanistan’da İslamofobi ve Azınlığa Yönelik Nefret Söylemi” paneline cevap niteliğinde yazılan yazıda şunlar dile getiriliyor:

- Yunanistan’da İslamofobi yoktur. Azınlık karşıtı nefret söylemi yoktur. Bunu iddia edenler başkalarının yönlendirmesiyle bunu yapan art niyetli insanlardır.
- Bu tür etkinlik yapanlar bölgedeki barışçıl birlikte yaşamı tehdit etmektedir.
- İskeçe Türk Birliği gibi kurumlar yasa dışıdır.
- Yunanistan’daki İslamofobi gibi insan hakları ihlalleriyle ilgili etkinlik yapacağımıza, gidip Türkiye’deki durumu ve olayları eleştirmemiz isteniyor.

Peki bizim bu ithamlara cevabımız nedir? Biz, Yunanistan vatandaşı Müslüman Türk Azınlığı’na mensup bir toplum olarak vatandaşı olduğumuz ülkede maruz kaldığımız haksızlıkları ve sorunları barışçıl bir şekilde dile getiriyor ve tartışmaya çalışıyoruz. Mümkün mertebe sesimizi duyurmaya çabalıyoruz. Birçok alanda sorun yaşandığını siz de biliyorsunuz. Biz de bu sorunların çözümü için demokratik kuralları ihlal etmeden mücadele etmeye çalışıyoruz. Toplum olarak verdiğimiz mücadelenin dozunu sesimizin duyulmasını sağlayacak düzeye çıkartıp çıkartamadığımız bile şüpheliyken, bölgede barışı ve huzuru tehdit etmekle bizleri itham etmeniz en hafif tabiriyle “haksızlık”. Hatta hedef gösterme de diyebiliriz. Bölge barışını burada yaşayan azınlığın tehdit etmediğini, etmek istemediğini en iyi bilenlerden birinin sayın Yalaoglu olduğunu düşünüyorum.

Sayın Yalaoglu’nun bu bölgenin bir insanı olarak azınlığın yaşadığı sorunları inkar etmesinden önce, bizleri dinlemesi ve biraz olsun empati yapmasını beklerdik.

Yazarın bize yaptığı eleştiri ve ithamlardan örnek alacak olursak biz de benzer bir şekilde ona sorabiliriz. Neden uluslararası raporlara giren göçmenlerle ilgili “geri itmeleri” yazmıyorsunuz? Avrupa’nın göçmenlere kapılarını kapatmasını görmüyor musunuz? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türk azınlık dernekleri ve müftülük sorunuyla ilgili uygulanmayan kararlarını neden değerlendirmiyorsunuz? AİHM’in Makedon azınlıkla ilgili uygulanmayan kararlarını neden görmek istemiyorsunuz? Atina’daki camiyle ilgili yıllarca üretilen İslamofobik saldırıları neden görmek istemiyorsunuz? Arakan’daki Müslümanlara yapılan baskıları hiç duydunuz mu? Yemen’deki saldırılarda ne oluyor ne bitiyor? Ülkemizin orada yaşananlarla ilgili yapabilecekleri var mı? Olmalı mı? Acaba, Mısır gibi ülkelerde darbecilerle işbirliği yapmak demokratik değerlere sığar mı? Bu konuya da baksanız nasıl olur?

Eğer bize hitaben “siz bu sorunlarla neden ilgileniyorsunuz da şunlarla ilgilenmiyorsunuz?” diye sorulacaksa, o zaman bizlere de aynı hak doğar.

Bizler, yaşadığımız sorunları ve haksızlıkları demokratik yöntemlerle dile getirmeye çalışıyoruz. Bu gayretimizde bizleri barışı bozmak gibi ağır ithamlarla suçlayanlar, sanıyorum ki hem bölgemize hem ülkemize en büyük zararı yapıyor. İtham etmekten önce anlamaya çalışmak çok daha mantıklı ve daha doğru olurdu.

“İslamofobi yoktur” demek, “azınlığa yönelik nefret söylemi yoktur” demek, azınlık kurumlarını, “Türk azınlıktan” bahsettiği için azınlık temsilcilerini itham etmek, “sözde” diyerek meşru olmadığı algısı yaratmak, “zaten Türk azınlık yoktur” demek antidemokratik olduğu gibi kolaycılığa kaçmaktır. Toplumdaki “fobileri” kaşıyarak hedef göstermek, algı yaratmak, ötekileştirmek ne kadar doğru?

“Olmayan” sorunları “varmış” gibi göstermekle itham edilmişiz. Ancak biraz altta okuyorum ki zaten bizden “olmayan” bir azınlık olarak bahsedilmiş. Acaba bir toplumun kimliğini reddetmek, inkar etmek “VAR OLAN” bir sorun mu?

31 Aralık 2020 Perşembe 18:58