Anasayfa
14-03-2015
Cumhurbaşkanı, memorandum, azınlık...
Hatırlanacağı üzere yeni Cumhurbaşkanı seçilemediği için erken seçime gidilmişti. 18 Şubat Çarşamba akşamı Yunansitan meclisi yeni Cumhurbaşkanı’nı seçti. SİRİZA’nın bu görev için adayın açıklanması birkaç kez ertelense de son güne kadar Dimitris Avramopulos favori isimdi. Ama “kime niyet, kime kısmet” sözünü doğrularcasına eski bakanlardan anayasa profesörü YDP’li Prokopis Pavlopulos’a nasit oldu Cumhurbaşkanlığı.

Çipras’ın bu seçiminde iki konu etkili oldu. Birincisi Avramopulos’un YDP kimliği ve özellikle de memorandumların savunucusu olması. İkincisi ise Avrupa Birliği’ndeki dengelerle ilgili. Zira, Avramopulos, Cumhurbaşkanı olsaydı, şu anda yürüttüğü göçten sorumlu AB komisyon üyeliğinden istifa edecekti. Bu durumda da onun yerine hükümetin muhtemelen SİRİZA’lı bir kişiyi bu görev için aday göstermesi bekleniyordu. Bu da Avrupa’daki dengelerle ilgili bir konuydu.
Sonuçta, Başbakan Aleksis Çipras, partisindeki solcu Cumhurbaşkanı taleplerine rağmen, YDP’nin önemli isimlerinden birini Prokopis Pavlopulos’u bu makama taşıdı. Böylelikle Yunansitan’da 20 yıldır geçerli olan iktidar partisinin Cumhurbaşkanı adayını muhalefet partisinden göstermesi geleneği SİRİZA iktidarında da devam etmiş oldu. Bunu, Yunanistan’daki siyasi sistemin iktidar – muhalefet ilişkisinde geliştirdiği önemli bir uzlaşma kültürü olarak değerlendiriyorum. “Devrimci” Çipras’ın da (partisindeki farklı beklentlere rağmen) bu geleneği devam ettirmesinin önemli olduğuna inanıyorum.
Yeni hükümet Avrupa’daki mücadelesini sürdürüyor. Seçim önceki sözlerine sadık kalabilmek için de bu mücadeleden galip çıkmak istiyor. Tabii SİRİZA “Memorandum bitti” dese de bunun Avrupa cephesinde kolay olmadığını hergün görüyoruz. Yunanistan, bugünkü memorandumun başarısız olduğunu ve yeni bir programın şart olduğunu söylüyor. “Yeni programa” kadar da kredi programının altı ay süreyle devam etmesini, ancak memorandumdan kaynaklanan yükümlülüklerin uygulanmamasını istiyor. Yani basit bir şekilde söylemek gerekirse; “Altı ay süreyle kredi yani para almaya devam edelim, ancak kemer sıkma önlemlerini uygulamayalım” deniyor. Almanya başta olmak üzere, AB ülkelerinin çoğu ise “Bu program bir bütün ve bütün olarak uygulanmalıdır. Bu hakkı size tanırsak diğer ülkeler de aynı uygulamayı talep edebilir” diyerek karşı çıkıyor. Bu “pazarlıkta” karşılıklı tavizlerle bir uzlaşmaya varılacağını düşünenler çoğunlukta.

********

Gelelim “bizim” meselelere. Geçen sayımızda başlattığımız “Azınlık yeni hükümetten ne bekliyor?” araştırmamıza bu hafta da devam ettik. Azınlık kurum başkanları ve azınlık temsilcilerinin söylediklerinden açıkça anlaşılıyor ki; Batı Trakya Türkleri yeni hükümetten mutlaka “birşeyler” bekliyor. Bu beklentiler azınlığın demokratik taleplerinden başka bir şey değil. Azınlığın bu talepleri ve beklentisleri kesinlikle “abartılı” veya “mantık dışı” değil. Bunu söylüyorum çünkü bazı çevreler bunu bu şekilde lanse etme gayreti içinde. Ama bilakis, azınlık bu meselelerin pek de “kolay” olmadığını bildiği için, beklentilerini akıl ve mantık çerçevesinden çıkartmıyor. Gerçi Batı Trakya Müslüman Türk azınlığının çözümlenmeyen sorunları, Cunta yönetiminden sonra 1974’te demokrasiye geçen Yunanistan’da adeta bir “demokrasi sorunu” ve “demokrasinin kara lekesi”dir. Ancak, azınlığımız bu durumu ülke geneline ve Avrupa’ya duyurma konusunda istenen düzeyde olmadığı için, baskı unsuru da olamıyor.
Artık yeni bir döneme girdik. Azınlık da bu yeni dönemle birlikte umutlarını tazeledi ve beklemeye başladı. Azınlık sorunlarının çözümü için sadece “beklemek” yanlış olur. Bu umutları sadece üç azınlık milletvekilinin girişimlerine bağlamak da doğru olmaz. Batı Trakya Türk azınlığı eğer bazı kazanımlar istiyorsa, yeni hükümetten “demokratik açılım” bekliyorsa ilk önce kendi harekete geçmelidir. Bu sadece birkaç kişinin yapacağı bir olay olamaz. Toplumsal haklar, ancak toplumsal mücadelelerle kazanılabilir. Bu mücadele de tüm toplumun ve kurumların katılımıyla yapılabilir. Bu noktada “istişare” ve “işbirliği” gibi kavramların gerekliliği ortaya çıkıyor. Azınlık vekillerimizin, toplumla bütünleşerek, azınlığın kurumlarıyla ortak bir yol haritası belirlemesi ve mücadelenin ana hatlarını belirlenmesi ilk olarak atılması gereken adımlardır diye düşünüyorum.

Şurası bir gerçek ki; son dönemlerde Batı Trakya Türklerinin kollektif mücadele gücü zaafiyet gösteriyor. Bu durum azınlık insanının iradesiyle ilgili olmaktan çok, kollektif mücadele ruhunun zayıflamasıyla alakalı. Bu bağlamda toplumun “kollektif ruhu” ve demokratik mücadeleye olan inancı güçlendirilmelidir. Devletin ve hükümetin azınlığımıza bakış açısının mutlaka değişmesi gerekir. Eğer demokratik bir ülkede yaşıyorsak bu şart. Ancak, bunun kendi kendine olmasını beklemek de safdillik olur. Batı Trakya Türk azınlığının bunun için mücadele etmesi gerekir. Azınlığın toplumsal hakları için, üç – beş kişinin uğraşması, gayret göstermesi yetmez. Mantıksız siyasi ihtiras ve egoizmden uzak, kollektif bir mücadele azınlık sorunlarının çözümü için bu dönemde bir fırsat olabilir.

14 Mart 2015 Cumartesi 23:02