Anasayfa
16-12-2019
Zorunlu göçün 30. yılı ve dedemin radyosu
1989 yılının yazıydı. Lise öğrencisiydim. Evimizde radyo sesi pek eksik olmazdı. Bu alışkanlık rahmetli Ahmet dedemden bana miras kaldı diyebilirim. Pazar günleri lig maçlarını dilediği radyo başından kalkarken “Sabiha, ben ikindiye gidiyorum. Radyoyu dinle bakalım, Galatasaray gol atarsa bana söylersin” diye babaanneme seslenişini hiç unutmadım.

Haziran ayından başlayarak 1989 yazı boyunca İstanbul radyosundan, bizim 50 – 60 kilometre kuzeyimizde bulunan Bulgaristanlı soydaşlarımızın “zorunlu göçü”nü radyodan dinlemiştik. Diktatör Jivkov rejiminden kaçan Bulgaristan Türkleri, Kapıkule’ye varınca veya Türkiye’deki göçmen merkezlerine gelince TRT radyosuna konuşur, ailelerine, yakınlarına, akrabalarına, soydaşlarına mesaj gönderirlerdi. Amcamın dedeme “gemilerden” getirdiği siyah Sanyo marka radyodan dinlediklerim hala kulaklarımda çınlıyor. Soydaşların radyodan duyduğum ağlamaklı konuşmalarını ölene kadar unutamam. Bu olaylar yaşanırken, biz Batı Trakya Türkleri de zor dönemlerden geçiyorduk. 1988 yılındaki 29 Ocak yaşanmış, Batı Trakya Türklerinin tarihi dernekleri kapatılmış, ayrımcılık ve baskının yoğun olduğu, 29 Ocak 1990 olaylarının arifesinde olduğumuz “zor” bir dönemden geçiyorduk. Ve tabii ki Batı Trakya Türkleri de “acaba aynı şey bizim de başımıza gelir mi?” endişesini duyuyordu.

Peki neydi üzerinden 30 yıl geçen 1989 zorunlu göçü? Şöyle bir hatırlayalım.
Bulgaristan’ın 1984-1989 yılları arasında Türklere yönelik uyguladığı asimilasyon politikasından kaçan yaklaşık 350 bin kişinin “zorunlu göçü”nün üzerinden 30 yıl geçti. Bulgaristan’ın asimilasyon politikası nedeniyle 1989 yılında, Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük “zorunlu göçü” ile karşı karşıya kalan Türk toplumunun maruz kaldığı baskı, zulüm ve nihayetinde zorunlu göçün üzerinden 30 yıl geçti.

Bilindiği üzere eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin (SSCB) desteğiyle 1944’te hükümeti devirerek yönetimi ele geçiren Bulgaristan Komünist Partisi (BKP), iktidarda kaldığı 45 yıllık dönemin son yıllarında ülkedeki Türk ve diğer Müslümanları asimile etmeye çalıştı. Todor Jivkov yönetimindeki Bulgaristan Türk azınlığa yönelik asimilasyon politikasını 1984 yılında yoğunlaştırdı.

Tek milletli bir devlet yaratma çabasındaki komünist rejim 1984’ten itibaren bir dizi kararı uygulamaya koydu. Bunların başında Türkçe konuşma yasağı geliyordu. Türk isimlerinin Bulgar adlarıyla değiştirilmesi de acılarla anılacak bu kara dönemin en belirgin baskı aracı olacaktı. Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerden kopartılarak, Bulgarların yoğun olduğu bölgelerde yaşamaları, Türkçe eğitim kurumlarının kapatılması, Türkler ve Bulgarlar arasında karma evliliklerin teşvik edilmesi, Türk toplumunun önde gelen liderlerinin tutuklanarak Belene kampına gönderilmesi ve alınan kararlara uymayanların hapis ve para cezasına tabi tutulması başlıca “önlemler” arasında yer aldı.

Türk ve Müslümanların isimlerinin değiştirilmesi, bir başka ifadeyle “Bulgarlaştırma” girişimleri sonucu 1985 sonuna dek 310 bin kişinin isimleri değiştirildi.

Ülkede asimilasyon kampanyasına karşı Türklerin direnişinde 24 kişi hayatını kaybetti. Asimilasyon politikası istendiği gibi sonuç vermeyince bu kez zorunlu göç başlatıldı. Türkler, asırlardır yaşadıkları topraklardan zorla koparıldı ve göçe zorlandı.

Türkiye’ye yönelik 1989 göçü, sadece Bulgaristan Türklerinin tarihi açısından değil, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Avrupa tarihi açısından değerlendirildiğinde de kıtanın en büyük kitlesel göç dalgası özelliğini taşıyan insani trajedilerinden biri oldu.

Türkler isim değiştirmeye zorlandı, Türkçe konuşanlara para cezaları kesildi. Türklerin dini vecibelerini yerine getirmesi engellendi, Türk kültürüne ait unsurların kullanımı yasaklandı. Bu uygulamalara direnip milli kimliğine sahip çıkan Türkler, işkence adası olarak bilinen Belene’ye gönderildi.

Türkler, 29 Mayıs 1989’da komünist lider Jivkov’un açıklamalarıyla göç etmeye zorlandı. Yaşanan sürecin en başından itibaren soydaşının yanında olan Türkiye, Bulgaristan Türklerine kapılarını açtı.

Haziran-Temmuz-Ağustos 1989 döneminde yoğunlaşan göç trafiği 1 yılda 345 bin 960 kişinin Türkiye’ye gelmesiyle sonuçlandı. 1990 yılının ikinci yarısında yaşanan göç hareketiyle de yaklaşık 360 bin soydaş Türkiye’ye geldi.

Bu kara dönemin bir de sembolü var. Onu da unutmamak gerekir diye düşünüyorum. Türkan bebek. Peki kimdi bu Türkan bebek? Daha 18 aylık olan Türkan, 26 Aralık 1984’te Bulgaristan’ın Kırcaali iline bağlı Killi bölgesinde isim değiştirme uygulamasını protesto etmek için toplanan Türk ahalinin içinde annesinin kucağında bulunuyordu.

Bulgar kolluk kuvvetlerinin kalabalığın üzerine rastgele açtığı ateş sonucunda henüz 18 aylıkken şehit olan Türkan bebek, Bulgaristan Türklerinin direnişinin sembolü haline geldi. Türkan bebek, her yıl 26 Aralık’ta Bulgaristan’daki kabri başında anılıyor.

Anavatan Türkiye’de 2019 yılı boyunca, Bulgaristan Türklerinin maruz kaldığı “zorunlu göçü” anlatan birçok etkinlik, konferans, panel, televizyon programı, belgesel yapıldı. 1989 zorunlu göçünün üzerinden tam 30 yıl geçti.

Demokrasi, hoşgörü, insan hakları gibi kavramları ayaklar altına alan bu acı olay hiç şüphesiz Balkanlar’da yaşayan Müslüman ve Türklerin en büyük kitlesel göçe zorlanma hareketlerinden biri oldu. Umarız sonuncusu olur.

16 Aralık 2019 Pazartesi 15:17