Anasayfa
04-07-2015
Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete...
Yunanistan kuruluşundan bu yana her zaman Avrupa ve Batı’nın desteğini somut olarak hissetmiştir. Bu destek ülkenin Avrupa Birliği döneminde kurumsal bir hal almış ve Yunanistan adeta birkaç lig sıçrayarak, birinci lige çıkmıştı. Yunanistan, eski adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu döneminde zenginler kulübünün adeta “yoksul çocuğu” gibiydi.
Avrupa’nın yardımları sayesinde yaşam tarzı, seviyesi ve kalitesi çok değişti. Tüm komşularına oranla vatandaşlarının en rahat yaşayan, refah düzeyi çok yükseklerde bir ülke haline gelmişti. Buna mukabil üreten ve gelişen bir ekonomi olmaktan çıktı. Adeta “devlet memurları ülkesi” haline geldi. Her anne babanın hayali çocuğunu iyi bir kurumda devlet memuru yapmaktı. Nasıl olsa dolgun bir maaş ve ekstraları vardı.

İki büyük partiye dayanan siyasi sistem 40 yıl, acısı sonradan çıkacak bu düzeni “besledi”. Dönüşümlü olarak ülkeyi yöneten iki parti, iktidarları döneminde hep “kendi çocuklarını” koruyup kolladı ve onları devlet kurumlarına yığdı.

Bu “rüya” ne yazık ki son buldu. Dünyadaki ekonomik kriz 2009 – 2010 yıllarında Yunanistan’ın kapısını çaldı. Kriz ülkeye bir girdi, pir girdi! Çıkmak, gitmek, bitmek bilmiyor! Biteceği de yok gibi.

2010 yılında ekonomide teslim bayrağını çeken Yunanistan’ın kaderi beş yıldır Avrupa Birliği, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu’na (IMF) emanet. Yunan meclisinde oylanarak kabul edilen iki memorandum ve bu memorandumların gereği olan kemer sıkma önlemleri halkın belini feci şekilde büktü. Beşinci kattaki balkonunda frapesini keyifle yudumlayan Yunanistan, aniden aşağıya düştü. Düşmek ne demek, “yere çakıldı”.
Yunanistan’ın üretmediği, kazandığından çok daha fazlasını tükettiği, çarpık bir devlet yapısının olduğu ve genel anlamda ekonomisinin zaafiyetlerle dolu olduğu tabii ki bir gerçek. Ancak Yunanistan’a uygulanan memorandum reçetesinin de “yaraya merhem olmaktan” çok “yaraya tuz bastığını” ve daha da büyüttüğünü söylemek gerekiyor. Ülke ekonomisi yedi yıldan beri küçülüyor, işsizlik artıyor, üretim daha da azalıyor.

Kemer sıkmaya hiç alışık olmayan, refah ve rehaveti çok seven Yunan halkı memorandumlardan kendini kurtarmak için keskin söylemleriyle SİRİZA’yı sevdi ve oyunu verdi. “Umut geliyor” sloganıyla iktidara gelen SİRİZA yanına aşırı sağcı ANEL’i de alarak hükümeti kurdu ve kreditörlerle yani Troyka ile pazarlığı birinci görevi olarak ilan etti. müzakerelerle ilgili olarak ilk günlerdeki iyimserlik gün geçtikçe sönmeye başladı. Sadece SİRİZA değil, sıradan vatandaş da anladı ki, bu iş kolay olmayacak. Bir önceki destek programının dört ay uzatılması kararlaştırıldı. Bu süre için yapılan müzakerelerde somut bir ilerleme olmadı. Taa ki son birkaç güne kadar! Ve yoğun bir “Grexit” (Yunanistan’ın Euro para biriminden çıkması) dedikodusu aldı başını yürüdü.
Programın bittiği tarih olan 30 Haziran’a bir hafta kala Yunan hükümeti, içinde kemer sıkma önlemlerinin olduğu 8 milyar euroluk bir program önerdi. Kreditörler bu programı “müzakere edilir” buldular ve kemer sıkma çıtasını biraz daha yukarı çıkartarak yeni bir programla geldiler masaya. Onların bu önerisine “evet” demeyen Çipras, uçağa atlayıp Atina’ya geldi. Bakanlar kurulunu toplayıp önerilen önlem paketiyle ilglili olarak geceyarısı referandum ilan etti. Bu açıklama sadece Yunanistan’a değil, tüm dünyaya bomba gibi düştü. Basın referandumu duyurur duyurmaz, vatandaşlar bankamatiklere akın etti. Ve panik başladı.

Referandumun anayasaya aykırı olduğu, ‘hayır’ seçeneğinin öne yazılmasına falan değinmeyeceğim. Fakat sadece bir hafta içinde yapılan bir referandum olması hasebiyle bir dünya rekoru olduğunu söylemek istiyorum. Vatandaşın bir hafta içinde referandumu anlaması, tartışması ve karar vermesi imkansız gibi bir şey. Tabii bir de referandumda sorulan sorunun geçerli olup olmaması durumu var. Avrupalı liderler ve ülkedeki muhalefet bunun euro’da kalma veya çıkma referandumu olduğunu söylüyor. Keşke halkoylamasından “evet” veya “hayır” çıkması durumunda nelerin olacağını tahmin etmeye çalışmasak veya altıncı hissimize dayanarak anlamaya çalışmasak da, bunu somut ve net olarak bilebilseydik.

2 Temmuz Perşembe itibarıyla halkın ikiye bölündüğünü söylemek mümkün. Euro’dan çıkma korkusu “evet” seçeneğini güçlendirmiş gibi görünse de, yapılan ciddi anketler aradaki farkın büyük olmadığını gösteriyor. Halkın neredeyse tamamı kemer sıkma önlemlerinden bezmiş durumda. Ancak euro’dan çıkmayı da göze alanlar neredeyse yok gibi.

Herkesin aklında sorular var; “Evet çıkarsa önerilen programdan daha da sert olanı gelir mi?” , “Madem evet dediniz şimdi tüm şartları kabul edin bakalım” denir mi? “Hayır çıkarsa kreditörlerle müzakereler yeniden başlar mı, başlarsa bize daha mı çok acırlar?” , “Hayır galip gelirse ülke euro’dan çıkmak zorunda kalır mı?” , “Ülke euro’dan çıkarsa ayakları üzerinde durabilir mi, kaos olur mu, bugünkü durumdan daha kötüye mi gider, daha mı iyi olur?”

Soruları çoğaltmak mümkün. 5 Temmuz Pazar referandumu ilginç bir dönüm noktası olabilir. Öyle veya böyle. Ancak halkın özgür iradesiyle oy kullanacağını söylemek çok zor.
Vatandaş, korku veya öfke duygularıyla karar verip, pusulayı ona göre işaretleyecek. Şurası bir gerçek ki; evet de çıksa, hayır da çıksa ülkeyi zor günler bekliyor.

Yunanistan için zor bir seçim olacak referandumun ülke ve insanları için hayırlı olmasını diliyor, yazımı bir Türk atasözüyle noktalamak istiyorum: “Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete...”

4 Temmuz 2015 Cumartesi 14:00