Anasayfa
15-02-2016
Mülteci sorunu ve Avrupa
Bundan çok değil, birkaç yıl önce Ortadoğu ve kuzey Afrika ülkelerinde çatışma ve iç savaşlar başladığında dünyanın büyük bir kesimi bugünkü durumu tahmin etmiyordu. Belki birçoğumuz uzağımızdaki ülkelerde cereyan eden olayların, hatta savaşların bile “yerel”de kalacağını düşündük. Fakat özellikle Irak ve Suriye’deki iç savaş, tahmin edilenin de ötesine geçti. Geniş bir coğrafyada yaşanan çatışma ve iç savaş tarifi zor acılar ve dramları getirdi. Olaylar ilk başlarda sorunun kaynağı olan ülkeleri aşıp komşu ülkeleri etkilemeye başladı. Binlerce insan evinden yurdundan kaçıp, komşu ülkelere sığınmaya başladı. Olaya ha bügün, ha yarın biter ümidiyle bakanlar ne yazık ki çok daha kötülerini göreceğini belki de bilmiyor veya tahmin etmiyordu.

Ortadoğu ve kuzey Afrika ülkelerinde ve özellikle de Suriye’de yaşanan çatışma ve iç savaş her geçen gün biraz daha acımasız hale geldi. Dünyadaki büyük güçlerin manfaatleri için satranç tahtasına çevirdikleri bölgede olan bölgedeki sivil halka oluyor. bugüne kadar binlerce insan ya bombalar altında can verdi, ya da “daha iyi bir gelecek” için çıktığı umut yolunda son nefesini verdi!

Şu anda bölgedeki ülkelerden akın akın kaçan insanlar, belki de ikinci dünya savaşındaki durumu bile zorlayan acı bir manzarayı oluştuyor. Binlerce, yüzbinlerce insan doğduğu toprakları can havliyle terk ediyor. Acı, gözyaşı ve kandan kaçarak “daha iyi bir gelecek” arıyor.

2015 yılı Ortadoğu coğrafyasında yaşanan gelişmelerin tüm dünyayı etkilmeye başlayan yıl olarak tarihe geçti. Dünya, neredeyse ikinci dünya savaşından bu yana en büyük göç dalgalarına tanık oluyor. Sorun son bir – iki yıl içinde giderek büyüdü ve artık uluslararası bir boyut kazandı.

Mülteci ve göçmen sorununun hiç şüphesiz insani, siyasal, ekonomik ve sosyal yönleri var. Savaşın insani boyutuna gözlerini yuman Batı, sorun kendi kapısına gelip dayanınca çırpınmaya başladı. Özellikle Suriyeli mültecilerin başını çektiği göçmenler Avrupa ülkelerine de uzanmaya başlayınca “bu sorundan nasıl kurtuluruz” arayışları başladı. Avrupa ve genelde Batı’nın bütün derdi; “Göçmen ve mülteciler benden uzak dursun da nasıl olursa olsun” şeklinde.

Küresel bir güç olma iddiasında olan Avrupa Birliği göçmen sınavında ne yazık ki sınıfta kaldı. Üst üste yapılan AB zirvelerinden somut bir sonuç çıkmadı. Göçmen sorununa çözüm bulmak şöyle dursun AB üyesi ülkeler kendi aralarında “sen mi daha az, ben mi daha az mülteci kabul edeceğim” kavgasına tutuştu. Düşünün bir kere; son birkaç yıldır Ege adaları üzerinden Avrupa’ya yüzbinlerce göçmen ve mülteci geçmiş olmasına rağmen, geçici göçmen merkezleri henüz yeni hayata geçiriliyor. Şu ana kadar resmi göçmen kabul merkezleri yapılmamış. Yapılanlar da Avrupa Birliği’nin ısrarı ve zorlamasıyla yapılıyor. Şimdi de göçmen merkezinin yapılacağı bir adada bu konu referandumla halka sorulacak. Yani “adamıza göçmen merkezi yapılsın mı, yapılmasın mı?” diye halka sorulacak. Peki savaştan ve ölümden kaçan insanların sığındığı kampların olduğu her yerde referandum yapılsa ve halk da “göçmen – möçmen istemiyorum” dese, o zaman ne yapılacak? Bu insanların tümü balıklara yem mi edilecek? Yoksa kara sınırlarından komşu ülkelere girmeye çalışırken, üzerlerine tayzikli su sıkılıp, göz yaşartıcı bomba atılıp, dövülüp tartaklanıp yaka paça “haydi bakalım geldiğin yere marş marş” mı denecek?

Ancak bu noktada ülkedeki bazı gönüllü kişi ve kurumların mülteci sorunu için yaptıkları hizmeti de takdir etmek gerekir. Keşke bazı sivil toplum kuruluşlarındaki hassasiyet devletlerde de olabilseydi.

AB maalesef hala bu insanlık dramında, kendisini de etkisi altına alan bu büyük sorunda merkezi bir politika oluşturamadı. Avrupa bu konuda ciddi bir çalışma içine gireceği yerde, tüm yükü, şu anda dünyada en çok mülteci nüfusunu barındıran Türkiye’ye yükleme derdinde. Avrupa’nın söylediği özetle şu: “Türkiye bütün mültecileri kendi ülkesinde tutsun. Avrupa’ya gidişlerine müsaade etmesin. Eğer bize insan lazım olursa biz gelip aralarından iyileri seçip alalım.” Pazar tezgahından meyve – sebze seçer misali yani! Zira medeni (!) Avrupa kendi kültürüne, yaşamına, değerlerine yabancılardan rahatsız oluyor!

“Bize daha az mülteci gelsin” amacı için ortaya konan gayretin yarısı Suriye’deki kirli savaşın sona ermesi için harcansaydı inanıyorum ki bir sonuç alınırdı. Ortadoğu’nun ve bu geniş coğrafyanın bataklığa dönüşmesine bir seyirci misali karşıdan bakanlar şunu çok iyi bilmeliler ki bu bataklıktan sıçrayacak çamur kendi ülkelerini ve kendi hayatlarını da kirletecek. Ve bu çamur her geçen gün daha fazla sıçramaya başlayacak. Bu büyük problem ve bu büyük insanlık dramı, Avrupa’nın sınırlarına duvar da örülse, tel örgü de çevrilse engellenemez. Bu sorun ancak kaynağında çözülür. Kirli savaşların ve çatışmaların, kan, gözyaşı ve kinin sona ermesiyle çözülür.

15 Şubat 2016 Pazartesi 13:14