Anasayfa
14-03-2015
Asıl “kışkırtıcı” ve “bölücü” kim?
Batı Trakya Türklerinin taleplerini dile getirmesinden rahatsız olan çevreler yeni hükümetin göreve başlamasıyla adeta nöbet tutmaya başladı. Azınlık yeni hükümetten beklentilerini, taleplerini - ki bu talepler haklı talepler olmakla birlikte yıllardır dile getiriliyor - dillendirdikçe malum odaklar son derece abartılı bir “milli hassasiyetle” harekete geçip “azınlığın istediklerini vermeyiz” pozisyonunu alıyor. Bu çevrelerin gösterdiği “milli hassasiyet” abartılı olduğu kadar da haksız. Zira, Batı Trakya Müslüman Türk Toplumu, kendisine tanınan ve yıllar öncesinde elinden alınan demokratik haklarının haricinde bir şey istemiyor.
Azınlığın kendi talepleri için mücadele etmesini bırakın bunları basit bir şekilde ve üstelik de kısık bir sesle dile getirmesine bile tahammül edemeyen bir zihniyet sözkonusu. Bu zihniyet, azınlığımızın bugüne kadar çoktan tatmin edilmesi gereken taleplerinin haksız olduğunu savunurken, azınlık adına konuşan veya görüş beyan edenleri de hedef tahtasına oturtuyor.
Bu düşünce yapısına göre şöyle bir şey sözkonusu: azınlığın temsilcileri (millevekilleri, belediye başkanları, azınlık kurumları, eyalet ve belediye meclis üyeleri) Batı Trakya Türklerinin milli kimliğimizin inkarıyla ilgili veya vakıflar ve müftülüklerle ilgili fikir beyan edemez. “Bu sorunlar çözülsün” diyemez. Böyle diyenler de “aşırı uç” olmak ve “bölgeyi karıştırmak”la itham ediliyor. Bu zihniyet, benimsediği tutum ve politikalarla aslında Batı Trakya Türk azınlığına demokrasiyi ve demokratik mücadeleyi yasaklıyor diyebiliriz.
Mesela, adında “Türk” kelimesi olan tarihi azınlık derneklerinin resmiyetlerinin iade edilmesi ve bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin azınlık dernekleriyle ilgili kararlarının uygulanmasını istemek, toplumu bölmek, ayrıştırmak ve kışkırtmakla eşdeğer sayılıyor. Yani “Türk azınlık” deyince, “İskeçe Türk Birliği’nin resmiyeti iade edilsin” deyince “Müftülük sorunu çözülsün” çağrısı yapınca, “vakıflar sorunu çözüme kavuşsun” deyince, kışkırtmak, bölmek ve ayrıştırmak oluyor(muş)!
Hele hele bu talepleri dile getirenler seçimle işbaşına gelen yöneticilerse bu “ayıp” ve bu “günah” iki katına çıkartılıyor. Bu “yöntemin” bilinçli bir şekilde yapıldığını düşünüyorum. Böylelikle hem toplumdaki demokratik mücadele iradesi zayıflatılmış oluyor, hem de aznlık temsilcileri bir süre sonra bu demokratik talepleri dile getirmekten “çekiniyor” veya “ürküyor”.
Peki sormak istiyorum. Bu durumda kıştırtan, bölen, ayıran, toplumda “ötekiler” yaratan kim? Halk arasında birinci ve ikinci sınıf vatandaş grubu oluşturan zihnihet ve düşünce yapısı hangisi? Azınlığın uluslararası anlaşmalardan ve temel hukuk kurallarından doğan haklarını isteyenler mi “kışkırtıcı” ve “bölücü” yoksa azınlığın milli kimliğini tanımayan, derneklerin kapatan, eğitim ve din kurumunda azınlığa söz sahibi olmasını yasaklayan, azınlığın sesini kısan politikalar mı?
Hangisi kışkırtıcı? Azınlığın oylarıyla seçilen ve azınlığın yıllarca yerine getirilmemiş taleplerini dile getiren, hatta gürültü yaparcasına değil de, çok kısık bir sesle bunları dillendiren azınlık temsilcileri mi, yoksa azınlığın temsilcilerini “hedef” olarak gösteren ve azınlığı terörize eden bakış açısı mı?
Neymiş efendim? Kozlukebir belediye başkanı, yasal olmayan Batı Trakya Türk Azınlığı Danışma Kurulu’nun asbaşkanı olmayı kabul etmiş! Vay ne büyük “günah” işlemiş! Burada suç işleyen kim acaba? Seçilmiş azınlık temsilcilerinin biraraya geldiği ve toplum meselelerinin tartışılmaya çalışıldığı bir kurulu “yasadışı” ilan ederek, hedef haline getirmek ve hiç yoktan suç isnat etmek mi, yoksa tamamen meşru bu kurulda yer almak mı suç?
Dediğim gibi bunun bilinçli olarak benimsenen bir yöntem olduğunu düşünüyorum. Böylece; azınlık temsilcilerinin sadece vatandaşlık konularıyla ilgilenmesi (ekonomi, işsizlik, bürokratik işlemler, v.s) sağlanacak ve “azınlık konuları”yla ilgilenmek “cesaret” gerektiren “teklikeli” bir konu haline getirilmek isteniyor. Azınlık temsilcisinin “hastane – postane sorunu”yla ilgilenmesi ama “azınlık meselerini” gündeme getirmemesi, bunlar hakkında konuşmaması amaçlanıyor.
Bu taktik, yeni hükümetin de göreve başlaması ve azınlığın yeni hükümetten beklentilerini dile getirdiği bir dönemde bariz bir şekilde arttı. nedeni de azınlığın olası bir kazanımını daha doğrusu hakkını engelleyebilmek. Kökü, “eyvah azınlık imtiyaz kazanıyor...” şeklinde biraz da “paranoyak” bir düşünce yapısına dayanan bu durum, demokrasi, hoşgörü ve farklıya saygı kavramlarına büyük zarar veriyor.
Batı Trakya Müslüman Türk Toplumunun ve temsilcilerinin bu antidemokratik “saldırı” ve “sindirme gayreti”nden şüphesiz ki etkilenmemesi gerekir. Aksi takdirde “azınlık sorunu” diye bir olgunun değer yitirmesi ve toplum tarafından “önemsizmiş” gibi algılanması, “azınlık politikacısı” ve “azınlık temsilcisi”nin değersizleşmesi ve zamanla bunun uzantısı olarak, azınlığın da kendisini değersizleştirmesi ve reddetmesine yol açabilir.

14 Mart 2015 Cumartesi 23:08