Anasayfa
21-10-2019
“Umursamazlık” peki ama nereye kadar?
Üyesi olduğumuz Avrupa Birliği’nin son haftalarda (aslında buna son yıllar dememiz de mümkün) en önemli gündem maddesi yine göçmen sorunu. Etrafını duvarlarla, çitlerle çevreleyen Avrupa, son yıllarda dünyanın en önemli insanlık dramı halile gelen göç ve mülteci sorunuyla başa çıkabilme derdinde. Daha doğru bir ifadeyle; bu sorundan nasıl olur da sıyrılırım tutumu içinde.

Malum; Suriye ve Irak başta olmak üzere Ortadoğu ve kuzey Afrika yangın yeri misali. Yıllardır süren iç savaşlar ve çatışma ortamı milyonlarca insanı yerinden yurdundan etti. Yüzbinlerce insan hayatını kaybetti. Yüzbinlerce belki de milyonlarca insan yaralandı, sakat kaldı. Binlerce çocuk anasız babasız, yüzbinlerce anne baba, çocuksuz kaldı. Kan ve gözyaşı son 10 yıldır bize yakın coğrafyanın adeta kaderi haline geldi. Sanki bu bölgenin insanlarının değişmeyecek, keder ve hüzne bezenmiş hayatları adeta alın yazısı olmuş!

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız duruma uzaktan bakan, “aman bana ilişmesin” , “vay benden uzak dursun” , “bana bulaşmasın da uzakta olsun” mantığıyla dünyaya bakan bir batı var. Kendi “mutluluk adasını” demir duvarlarla çevreleyen, kan ve gözyaşından usanan insanlardan kendini “korumaya” çalışan bir batı var ne yazık ki. Hiç şüphe yok ki dünyadaki ve özellikle de Avrupa’daki göçmen ve mülteci akınının temel kaynağı Suriye iç savaşı.

Yaklaşık on gündür bütün dünya Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine başlattığı “Barış Pınarı Harekatı”nı izliyor. Türkiye’nin PKK teröründen çektiğini bu dünyada başka ülke çekmemiştir. PKK’nın 1984 yılındaki ilk eyleminin üzerinden 35 yıl geçti. Bu dönem içinde terör örgütü PKK, Türkiye’de 40 binin üzerinde insanın (sivil, çocuk, güvenlik güçleri mensubu, turist, v.s) ölümüne neden oldu.

Suriye’nin iç savaşa sürüklenmesiyle birlikte bu ülkenin parçalanma tehlikesi fiili bir şekilde ortaya çıktı. Uzun yıllar ayrılıkçı bir terör örgütü olarak Türkiye’de eylemlerini sürdüren PKK bu amacına ulaşamadı. Ayrılıkçılık konusunda fiili bir başarısı olmadığı gibi, Türkiye’de halk arasında düşünce anlamında da amacına yaklaşamadı. Ancak Suriye’deki iç savaş nedeniyle bu ülkenin kuzeyinde kendine uygun bir zemin buldu. Suriye’nin bu bölgede otoriteyi kaybetmesi sonucu terör örgütü bu bölgede hızla yuvalanmaya başladı. Özetle bu bölge farklı terör örgütlerine yaşam alanı sağlamış oldu. Tabii aynı zamanda Suriye’ye 911 kilometre sınırı olan Türkiye için de büyük bir tehdit oluşturmaya başladı.

Türkiye’nin uzun yıllar boyunca dünyaya anlatmaya çalıştığı bu tehdidi, batı ülkeleri duymazdan ve görmezden geldi. Belki de işine öyle geldi. İşin ucu kendilerine değene kadar seslerini çıkartmamayı tercih etti birçoğu.

Sonuçta Türkiye kendine yönelik güvenlik endişelerini bertaraf etmek, bölgenin ileride çok daha büyük felaketlere sürüklenme ihtimalini ortadan kaldırmak, gelecekte göç ve mülteci sorununun daimi hale gelmesi, hatta daha da büyümesini önlemek amacıyla Barış Pınarı Harekatı’nı başlattı. Üstelik aylarca süren bir bekleyişten sonra. Türkiye’nin bu bölgedeki terör örgütlerine yönelik olarak başlattığı harekat son 10 gündür tüm dünyada konuşuluyor, tartışılıyor.

4 milyondan fazla göçmen ve mülteciyi ülkesinde barındıran Türkiye’ye ise Avrupa Birliği ve batıdan yapılan çağrı veya tutum “Sen bunları ülkende tutmaya devam et, aman kapıyı fazla aralama bizim huzurumuz kaçmasın” şeklinde özetlenebilir. Batı ve Avrupa Birliği gerek göçmen – mülteci sorununun çözümü, gerekse Suriye savaşının sona ermesi konusunda ve Ortadoğu’da barış ve istikrarın sağlanması için yapabileceğinin çok uzağında kaldı. Yakın coğrafyasının devasa sorunlarıyla ilgilenmek yerine etrafına çelikten çitler örerek adeta kendi “mutluluk adası”na kapandı. Dünyada olması gereken rolüne ve misyonuna yakışmayan bir tavrı sergilemeye devam ediyor. Çevresindeki sorunları, krizleri, tehditleri, dramları görmek istemeyen, yanı başındakinin sıkıntısına da aldırış etmeden umursamaz tavrını sürdüren bu anlayış nereye kadar devam edecek?

21 Ekim 2019 Pazartesi 16:57